İçinde siyahı ve beyazı bile barındıramayan insanlarda gökkuşağı arayıp durdum. Bulutların taşıyamadığı yağmurlarda gayretle koştum kızıllığa. Aradım, sabırla içimdeki isteğin dibini sıyırana kadar aradım o renkliliği. Her adımda bu sefer bulduğumu sanarken elimdekileri daha fazla kaybedişimle yürüdüm o yolda. Adımlarımın sağlamlığı, ayaklarımın altından çekilip alınan dünyamla başa çıkamadı. Hayallerimin saklandığı gökkuşağı, belki de kokusu rüyalarıma sinmiş bir yağmurun yansımasıydı. Sadece rüyalarıma konu olabilecek gerçeklerim, beni gerçek dünyada rüyalarımdan alıkoymuştu. Zamanla yürüdüğüm yolda siyahı ve beyazı da kaybetmiş, içimdeki griliklerle savaşıyordum. Yaşamak, siyahlarla beyazları terazi kefelerine ustaca yerleştirebilmekken ben bir başıma griliklerle denge kurmaya çalışıyordum. Beni bu belirsizliklere hapsedenler sanki tüm grilikleri üstümü atıp kaçmışlardı. Yaşamak için en ufak hamle bile çok hassastı, yorulmuştum. Bana gökkuşağı vadedenler, beni şimdi bir başıma griliklerle boğuşmaya layık bulmuştu. Çıktığım yolda sadece kandırılmamıştım, renkliliğimi oluşturan tüm heyecanımı da çalmışlardı. Gücüm, mutluluğum, içimdeki deli sevinçlerim bile kıskanılmıştı o karanlık ruhlarda. Aydınlığa kavuşturamadıkları ruhlarını başkalarının kalplerine umut toprakları ekerek tatmin ediyorlardı. İçi boş vaatlerle oyalanan her ruh gibi ben de artık kalbimdeki yorgunluğu taşıyamıyordum. Mutluluklarımı çalan karanlık ruhları geride bıraktığım yolda, en acı gerçeklerimin koluna girip yürümeye başladım. Beni iyileştirecek renklerimi bulana kadar bu yolda olmalıydım. Daha yürüyecek çok yolum vardı biliyordum ve beni yormayan yağmurların bahşettiği  gökkuşağını arıyordum.