Ben bu koskoca sirkin cambazıyım. Gecem neon kaplı bir gezegen kadar parlak, gündüzüm en uzak fener kadar aydınlıktır. Üzerimdeki taşlı büstiyerim ile bazılarını cezbederken, bazılarına avize taşları edası ile küstahlaşırım. Kıvrak bedenim ise ıslak bakışlarla yıkanır, kelamısız sezilerle durulanır. Bu çadırın renkleri çocukların hayallerini anımsatır. Taze hayallerin en masum rengidir. Bir bize sönük ve tatsız gelir bu renk. Hain amaçlarının içerisinde yüzdüğümüz bu havuz, bizim renklerimizi ayna gibi yansıtır. Oysa bu insanlarda maymun iştahını kabartır. Bu çadırda kimse anlamaya ya da farkındalığa çaba göstermeye gerek görmez. Ne de olsa sadece ihtiyaç duyulan his gülmektir. Mutlu olmak için atılmış bir kaç adımdan fazlası değildir burası. Sorgusuz ahkam mı yoksa emek arsızlığı mı daha sert bir yumruktur, insanın yüzüne vuran? Biipp! Yanlış soru. Ahkam bir yargılama türü değildir artık, gereklilik sayılan bir ön yargıdan farksızdır.

Bingo!


Sovyetler birliğini andıran uzun kurgular üzerine inşa edilmiş, ince ince işlenen faşizmdir, oturulan her riyakar amfi. Zaman gibi sinsi sinsi ölümü yaklaştıran yelkovanlar bizlere bir şey fısıldarlar burada, "faşizm bir günde gelmez, zamanla inşa edilir" der. Keskin bir kahkahadır bizi hırslandıran, kamçı gibi sırtımıza vuran. Boş bedenlere rağmen inanmak bir zafere, öznesel sıfatlarla ufuk çizgisinden varmak kadere. Bize belirlenen bir ipten fazlasını sunabilmek zihinlere.

İnsanlar meraklı gözlerle her birimizi izler ve gülünç kısımlarımızı zihinlerine yama yaparken, öğrenme duyularını bir köşeye bırakır ve bakarak gülerler. Farketmezler aslında, yanlış bakılan gerçeklerin posasıdır gülmek. İdrak ettiğin anlamlar içindeki boş kısımlarda bir uyak bulurken, çocuklar olan bitene düz bakarlar. Fil zıpladı diye irkilir, cambaz düşmedi diye hayret eder, maymunlar kahkaha attı diye gülerler. Yetişkin diyerek adlandırdığımız kesim öyle mi, filin aç olduğunu bilirler, cambazın kanayan yaralarını ve maymunların içler acısı rahatsızlığını bilirler. Ve bunlara rağmen bütün olan bitene gülerler. Gülmek yeterlidir doymak için. Ne de olsa mutluluk su gibi akar, avuçları onlara yeterli gelirdi. Gereksinimlerin ne önemi vardı ki? Mutluluğa ulaşmak için ilerlenen yolda çaba göstermediğini hatırlamak zaten rahatız ederdi. O su doyurmakla kalmazdı, paklardı da. Biz işin paklama kısmındayız.


Fiziki gösterilerin psikolojik güldürdüğü bir başyapıt olarak var sayılan bizim dünyamız ne komedi filmidir, ne de dehşetin tarihçesi. Olsa olsa trajikomik bir gerçeklik olur, onu da insanlar kabul etmez. Biz bu yüzden hayatın ve kabul edilen ya da kabul edilemeyen tüm gerçekliğinin göbeğinde yaşarız. Belki caddeye bakmaz bizim iplerimiz. Hatta evimiz dahi belirsiz bir konuttur. Fakat içimizdeki dirayete dayanarak sıvazlarız bu çadırı. Çıktığımız her ipte, halkalardan geçen her aslanda ve zıplayan her bir filde bir devrimdir bize, farketmesenizde sizlerede. Sizin içinizde vicdan ölürken, bizim içimizde yeni bir devlet başlar ve gecenin sonunda söndürülen bir gaz lambası gibi tekrar tekrar söner, hep aydınlığa benzer tütün yamalı dumanımız.


Yitik devletlerin celladı da derler bize. Bilmezler, anlamazlar bizi güçlendiren kudretin bu çöküşler olduğunu. Hayatın bize verdiği bir lütuftur aldığımız yaralar. Acınmak veya güldürmekte pek sayılmaz.

Gözünüzü her bir kırpışınızda karşınızda duran beton duvarlarız biz. Acısını kullanmayı bilmiş, edebi akıl süzgecinden geçirmiş, hatta hitleri bile ayrı tutmamış bir nefesiz biz. Kullanmayı bilene akıl, oyunbozan sözlere şovalyeyiz. Tam karşımızda oturan bu insan ordusuna asiliğimiz, hırçınlığımız. Bunca kalabalığın içerisinde temiz bulgulara inanışımız ile ilerleyeceğiz yolları. Kaygan basamaklar kaydıracak bütün huysuz söylenişleri. O basamaklar tam da sizin kırıldığınız yerden kurduğunuz düşlerinizidir. Yelkovan sonuncu on ikiye vurduğunda, o kürsüde teker teker hüküm giydiğinizde son bulacak haykırışlar.

Zeytin dalları sizin için kırıldığında asıl posanın kendiniz olduğunu anlayacakınız.