Ah şu hafiften esen serin rüzgar en sıcak havanın seni bunalttığı zamanlarda. Sen ne kadar rahatlatıcısın böyle. Tanrı'nın varlığına delil sorsalar, bu rüzgarı hissetmelerini önerirdim. Aslında hiç de alakam yoktur dinlerle falan. Ama Tanrı vardır derim.

En tepeye varmak çok yorucu. Neden çıktığımı bilmediğim bir yolda yürümek çok bunaltıcı. Beynimi delen düşünceler üstelik, hepsi de beni incitici eleştriler. Hep kendime kızdığım anılar. Kahretsin hepsini bun düşüncelerin şayet varsa tanrı. Kahretsin de bir gün rahatlayayım. Sessizlik arıyorum çünkü beynimin için çok sesli. Huzur sessizlikte çünkü susturamıyorum içini.

Hoş, şu sikik çağda insanlar daha çok sesle bastırmaya çalışıyorlar o sesleri. İçerideki sesleri bastırmak için açıyorlar pencerelerini ve dünyanın bütün pis seslerini doluşturuyorlar beyinlerinin içerisine. Sessizlik galip geldiğinde o kadar pislik nasıl akıp gidecek dışarıya acaba?

Birileri olsa keşke şuralarda diyordum ki aha şu velet. Veled melet ama bir konuşacak ruh işte.

Hişşt!

—Ne var hişşt?

—Asabi veled...

—Ne oldu beğenemedin mi?

—Hayırdır bu yaşta bu asabiyet?

—Sana hayırdır asıl! Bu yaşta bu ciddiyetsizlik

—Yaşlara takıntılıyız anlaşılan.

Veledin elindeki sopayı hırsla vurması kenardaki çiçeklere beni ürkütüyor. Bu kadar sinirli olması beni eziyor adeta. Ben hayatım boyunca çiçeklere zarar vermek isteyecek kadar sinirlenmedim. Bu çocuk güzellikleri göremeyecek kadar kör.

—O güzelim çiçeklere neden zarar veriyorsun?

—Sana ne! İşine baksana sen! Yürü yoluna git. Patikanızı mı çıkıyorsunuz artık? Treykin mi yapıyorsunuz? Doğayı mı kucaklıyorsunuz? Beni rahat bırak.

—Gruptan çok uzaktayım. Hepsi hızla yürüdü, geçti beni. Konuşuruz demiştim.

—Ben sizin grubunuzu falan görmedim. Yolu da bilmiyorum. Var kendin bul kafileni.

-Kızma yahu, sana grubu soran yok. Yolu da kendim bulurum.

Çocuk birden sakinleşti. Çok saçma. Belki de benim alttan almam onu sakinleştirdi. Şimdi yolu ondan öğrenebilirim. Ah, ne kadar da içten pazarlıklıyım. Neden hemen az biraz istediğimi alsam hemen çıkar pazarlığına girişiyorum? İstediğim bu değildi ki üstelik sadece sohbet edecektim. O yolu ondan öğrenmemi istemiyor diye onu altetmeye çalışıyorum. Veledin tekini kendime rakip ilan ettim. Bu kadar acınası bir zekam var demek ki.

—Sana asla yolu sormayacağım.

—Sorsan da söylemem zaten. Ağzımdan laf almaya çalışırsan anlarım. Küçük olabilirim ama aptal değilim.

Vay be, rakip olmayacak gibi de değil. Küstah biri olması uğruna atılmış bu piçin tohumları.

—Tamam, senin rakibin değilim ben. Sadece şu tepeye çıkacağım ben. Yol ayrımına kadar konuşalım isterim.

—Grubundaki doğa aşığı dallamalar konuşmuyorlar mı seninle?

—Onlar telefonlarıyla iletişim kuruyorlar ve bende hiçbirinin numarası yok. Önceden ismini sorardın insanların iletişim kurmak için, artık telefon numaralarını soruyorsun.

Çocuk gülümseyerek sallamaya başladı sopasını. Bu iyiye işaret. Hatta gülüşlerimiz aynı noktada çarpıştığında sopasını savurunca ıskaladığı çiçeklere bakıştık. Bence çok iyiye gidiyorum bu oyunda. Şah!

—Git yakala!

Piçe bak! Sopayı fırlattı uzağa doğru. Köpek mi demek istiyor bana?

—Bir yüzüne gülmeye gelmiyor. Sürümdeki kancık köpeklerde senin gibi götü başı dağıtıyorlar bir gülsem yüzlerine.

Kızarıyorum. Sinirden mi? yoksa utançtan mı? Allahım küçücük veledden yediğim ayara bak sen.

—Peki o kancık köpeklerinin yemeklerini onların ayağına kadar götürmüyor musun?

—He! Ne olmuş? Beni koruyorlar. Sürüyü koruyorlar. Yavru veriyorlar. Bana hizmet ediyorlar.

Şah! iki

—Seni güzel eğitmişler o zaman. Saha çok çalışarak daha kötü şartlarda yaşayan sensin.

—Ben onlardan daha özgürüm.

Mat!

Hayır, değilsin. Onlar koşup eğleniyorlar sürülerinin peşinde. Bir amaçları var. Bir varoluş gayeleri var. Sense içindeki büyük öfkeyle çiçekleri dövüyorsun. Onlar mutlu, sen mutsuzsun. Onların hayatla bir kavgası yok. Senin alacağın var hayattan ve öfkenin içinde boğuluyorsun. Onların boynunda göstermelik bir tasma var. Senin kalbinin derinliklerinde öfkene bağlanmış bir zincir boynuna dolanan.

Çocuk dondu. Ya işte... Senin aldığın nefes kadar benim okuduğum dünya klasiği var velet. Kimle aşık atıyorsun sen.

—Buraya yalınayak patikası diyorlar....

Tabii, değiştir konuyu. Birer kare şahını kaçırmaya çalışarak roka gitmeyi planlıyor. Beraberliğe razı olursa en baştan kaybedeceğini bilemeyecek kadar toy.

—Eeeee?

Tüh yanlış hamle. Başka bir plan yap kahrolasıca. Onu kovalama.

—Neden öyle dediklerini anlatmamı ister misin? Bak o grubunda ki dangalakların hiçbiri bu hikayeyi bilemeyecek. Sen de o yükşek apartmanının balkonunda arkadaşlarınla oturup içerken bu otantik hikayeyi anlatacaksın. Ve diyeceksin ki işte bu hikayeyi o dangalaklarla takılarak değil halkın arasına karışarak ögrendim.

Bu veled kesinlikle piç. Tamam kovalamayacağım onu. Ama gittiği yer çok değişik. Bildiğimi yapmak istemiyorum. Merak beni cezbediyor. Zaten sadece şahı var. En fazla rok oluruz.

—Düşündüğünden farklı bir adamım. Önyargılı olman tam da yaşına göre bir davranış. Ama dilediğin gibi davran. Anlat bakalım nedenmiş.

Çocuk ellerini birbirine vurdu. Büyük oyunu kuran bir satranç ustası gibiydi. Terlemişti. Parmaklarını oynatıyor. Saçlarını savuruyordu. Gözlerinde ışıltı belirdi. Bütün hamleleri düşünmüştü buraya kadar. İstediği noktaya kendi ellerimle getirmiş olmaktan korktum. Sırtımda soğuk bir terleme. Ne yani dedim, bütün o karşı atakları kendi mi hazırlamıştı? Zweig'in romanından fırlamış gibiydi veled.

—Bir at arabacısı. Bir beyin kızını seviyor. Sakın kendin kurmaya kalkışayım deme hikayenin devamını. Öyle ya, sizler hemen parçaları birleştirmeye kalkarsınız. Bur hikayede parçalar birleşmez.

Çocuk gözlerimin içerisine baktı. Ürperdim. Aklımı okuyor bu dedim içimden. O keskin bakışların başka bir açıklaması olamaz. İçimi okudu. Kafamın içerisine davet ettim resmen bu veledi. Drakulayı evime buyur ettim. Tuz çizgisini kendim bozdum. Karıncaların akını başladı dışarıya. Hayır içeriye. Bir ordu gibi geliyor. Tepelerden inen düşman süvarileri gibi kurduğu cümleler. Kalabalıklar ve uzaktan göründükleri kadar cılız değiller.

-Arabacı, kızdan istediğini alıyor. Kiz hamile kalıyor. Bey bunları evlendirmek istiyor. Bir ďüğüne razı geliyor arabacı. Zor ikna olsa da çevresinin gazına geliyor. Bey kızı alıyor ya gözleri açılıyor arabacının.

Çocuk hikayeyi uyduruyor. Evet! Tabii ya! Hem de nasıl uyduruyor. Aslında bildiği hiçbir şey yok. Blöf yapıyor. Oyun berabere sadece benimle eğlenmek istiyor. Zaten oyun bitti çoktan. Sadece beni korkutmaya çalışıyor. Veledin birine madara olacağımı ďüşündüğüme inanamıyorum. Bir planın var sanmıştım veled.

—Evet! Arabacının bir planı vardı.

Durdum. Neden durdum? Yürüyordum. Sadece tesadüf. Yürümeye devam et. Bozuntuya verme.

—Biraz soluklanacağım. Senin kadar genç değilim, kusuruma bakma.

Neden gülüyor? Piç!

—Arabacının değil sadece. Herkesin bir planı var. Bizlere aptallar tarafından yazılanları okutarak soktukları psikoloji gibi değil hayatın kendisi. Biz sadece kendimizi özdeşleştirdiğimiz karekterlere odaklanırız. Ama gerćek hayatta hepsini düşünmeliyiz. Bizim varsa planımız buna bağlanırız. Ama düşünmek istemediğimiz, herkesin de bizim gibi planları olduğudur. Kendi planlarımıza gömülürsek kaybederiz. Diğerlerini planlarını öğrenmek yerine hemen plan yapmaya oturmak. Hahaha...

Mutluluğa bak! Birazdan kayalıklarda iteklemek lazım bu piçi. Aşağı düşüp ölsün..

—Planlar bizi tutmadıklarında öfkeye yöneltir. En kötü kararları o öfkeyle alırız ve düşeriz sonra. Kayalıklara çarparız. Duvara toslarız. Hızla yuvarlanırız uçurumdan.

—Hikayeyi anlat veled. Çok uzatma Yolumuz bitmek üzere.

—Tamam kızma anlatıyorum.

Yüzünde ki şeytani gülümse kesinlikle kabuslarıma girecek. Bu çocuk olamaz. Yaratık bu. Şeytani bir şey. Kesin üç harfli falan. Keşke... Keşke öyle olsa. Yoksa bu yenilgi affedilir gibi değil.

—Bey bu arabacıyı düğünde öldürmek için plan kuruyor. Kız bebeği düşürmek için elini çabuk tutuyor. Düğün gününe kadar halletmeli ki düğünde amcasının oğluyla kaçabilsin. Arabacı düğünde alabildiği kadar ziyneti, parayı alıp kaçmak için plan kuruyor. Bütün bu dalavereden bıkan halk beyi devirmek için plan kuruyor.

Çocuk oturdu. Seçtiği taş baya bir yukarda. Aşağıda kalan taşlara oturmak kalıyor bana. Peki piç seni peki oturacağım. Senden daha aşağıda olmak bana koymaz. Bir Sokrates gibi davranacağım. Bir diyojen gibi çekileceğim kenara. Seni egonda boğacağım küçük piç.

—Düğün günü geliyor. Gelin çocuğu düşürmüş. Halk kargaşayı çıkarmış. Bey zehirli ayranı arabacıya içirmiş. Arabacı ziynetleri alıp kaçmış. Herkesin kazandığı bir senaryo. Herkesin kaybettiği bir hikaye.

Gelin halkın gazabından kaçıyor. Sanıyor ki bey onunla aşığını yakalamaya çalışıyor. Arabacı sanıyor ki bey halkı onun üzerine sürmüş. Kendisini ölü ya da canlı getirene izzeti ikram yapacak. Bey sanıyor ki arabacının ölümü halkı galeyana getirdi. Halk bunların peşinde, bunlar birazı birkaç yüz metre gerisinde birkaçı ilerisinde bu patikadan koşarak tepeye varmaya çalışıyor. Daha iyi görebilmek istiyorlar ellerinde ateşlerle gelen halkı. Sonra karar verecekler. Arabacı, bey, kız ve aşığı yalın ayak çıkıyorlar bu patikayı. O heyecanla ayaklarına lastik ayakkabılarını giymeyi bile düşünemiyorlar.

Çocuk ayağındaki ayakkabıları fırlattı köşeye. Çıplak ayaklarla yürümeye başladı.

Ben de öyle yaptım. Çıkarttım ayakkabılarımı. Çoraplarımı ceplerime koydum. Ayakkabımı da bağcıklarından birbirine bağladım ve sırtıma attım.

—Dikenler ayaklarını yara bere etti bizimkilerin. Yerlerdeki kan kokusuna köpekler koşarak takip ediyordu onları. Arabacı en önde olandı, en erken o öldü. Geçerlerken yanlarından bizimkiler fark etmediler bile. Sonra kız öldü arabacıtı geçtikten sonra. Sonra kızının öldüğünü gören bey aşığını yakaladı ve boğazlamaya başladı. Aşığı beyi bıçakladı. Kızı sırtladım ama ne mümkün tepe uzak. Kızla aşağıya inmeye karar verdi. Sonra aşağıdan gelenleri farketti. Yukarı çıkmaya karar verdi. Sonra aşağıya inmek daha güvenli olur dedi. Sonra aşağıya inerken yakalanacağında korktu yukarı çıkmaya başladı. Yorgunluktan yıkıldı. Ama yıkılacağı yeri çok yanlış seçdi. Yuvarlandı düştü yamaçtan. Halk bunların hiçbirisinin ölüsüyle karşılaşmadan tepeye vardı. Aşagıda köyün yangınlar ićinde kalısinı izlediler. Hepsi yalın ayaklı terk ettiler köyü. Alevlerden giremediler tekrar köye.

Çoçuk berabere dedi. Herkes kaybettim kimsenin kazanmadığı bir beraberlik asla beraberlik değildir. Herkesin kaybetmesi lazım. Adaletli beraberlik böyle olur.

Bu sefer gerçekten sinirlendim.

—Piç, benimle kafa buluyorsun değil mi?

—Yok valla. Sadece seninle zaman kaybediyorum.

Çocuğu oracıkta boğmamak için ondan olabildiğince uzaklaşmaya çalıştım. Hızlı hızlı yürüyordum. Çocuk bana ıslık çaldı. Koşarak geldi yanıma.

—Merak etme sen, daha çok şey kaybetmemek için planların çok güvenli, asla kaydetmek istemeyeceğin kadar kaybetmezsin.

—Yaşlanınca anlarsın..

—Gitmeden bana bir şey soracağım. Yalnız olduğunu nerede fark ettin?

—Hep bunaltan insanlarla selamlaşmayı bile aradığım zamanlarda. Seninle yürümenin grupla olmaktan daha mantıklı gelmesi çok acınası.