Ucundan tutamadığım, kıyısına ulaşamadığım bütün bu çelişkilere bir yaşam feda ediyorum. Ortasında durduğum trajediler, anlamını yitiren hikayelere dönüşüyor. Yeni bir hikaye yazmak için başlamıyorum yollara ve sonunu getireceğimi vadetmiyorum. Bütün yolların aynı yere çıkacağını ezberleyen hevesim, donuk bir imge gibi duruyor omuzlarımda. Varlığını hissedemediğim ne varsa yollara serpiştirdiğim kum taneleri gibi dağılıyor etrafa. Dağılan her şey, izimi silercesine kaybolup gidiyor. Ne bir ses ne de nefes…

Ömrüme biçilen yazgının belki de en korkutucu olan tarafı bu. Bulduğum anlamı başka bir dünyada bileyememek, kendi cümlelerimle silinip gitmek…


Ve belki de en yücesi bu: Her saniye, her dakika değişmek, dönüşmek, hızla ötekilerden ayrılmak… Yıllar boyu aradığımı belki de bu ayrılışta bulacağım. Silinerek, önemimi kaybederek, hızla uzaklaşarak kendimi bulacağım. Kendimden kaçtığımı sandığım her dakika beni bekleyen anlamıma ulaşacağım. Ve bütün ağırlığıyla varlığını hissettiren, kesik bir kol gibi duran yalnızlığım; çektiği acılardan arınmış, bütüne başkaldıran, bütün işlevsizliğine rağmen varlığını keskin bir bıçak gibi hissettiren yalnızlığım! Uğruna yaşanılacak hayatları, yaşamımı saracak hikayeleri feda ettiğim, kendimi bulduğum yalnızlığım! Akıntıya kapılıp giden yaşamda kumları eleyebildiğim tek süzgecim! Bütün yüzleri uğruna silikleştiriyorum. Yankımı bulmadığım her yüz sanki hiç var olmamış gibi kayıp gidiyor yaşamımdan. Anlamımı bulduğum birkaç bilinç kalıyor yalnızca geriye. Yankısı kulağımı sağır eden, bütün hücrelerimle varlığımı kanıtlayan birkaç bilinç.