Geçti kafenin en köşesine yalnız adam ve başladı düşünmeye, beynindeki sorgulamalar bir hayli yoruyordu onu ama olsun hayatın kendisi sorgulamaktı zaten. Sorgulamadan kim şuradan şuraya varmıştı ki.

İlk sorguladığı şey yalnızlığıydı tabii, her insan hayatının bir döneminde bu konuyu derince düşünmüştür ve içinden çıkamamıştır çünkü o kör bir kuyudur; içine bağırsan kendinden bir yankı bulursun belki, oranın soğukluğu insanı kasar, karanlığı da seni boğar. Yalnız doğmuştur insanoğlu ve öyle gidecektir, ne derdindedir ki sorgular yalnızlığı anadan üryan doğan. Belki de sorgulaması gereken bir şey olarak öğretilmiştir ona ama sorgulamamaması gereken bir şey olduğunu da sorgulayamaz insan bazen.


"Yalnız olmak benim işim, yalnız olmamak da benim işim." dedi kendi kendine, biraz çevreye göz attı. Belki de tekilliğine son verecek bir oluş veya onu, ona bir anlığına da olsa unutturacak bir görüntü bulacaktı. Az ileride gözüne bir kırmızılık çarptı ve kırmızılığın ortasında yeşeren gül pembesi şişkinlik. İşte, yalnız adamın aradığı en naif unutturucu ve aklı bir anda yukarı bakmasını rica etti ondan. İki zeytin göz ve korkusuzca adamı titreten kiraz dudaklar. Bir anda içi kıpır kıpır olmuştu, yerinde sıçramak ve göğe varmak, hatta göğü delip evrenle bir olmak istedi ve aniden gelen gerçeklik onu sandalyesine çökertti. Yalnızlığı onu bir defa daha gerçeklerle ve acısıyla kemiğinden ayırdı.

Dünya tak etmişti ve nefesi tıkandı burnundan akan yalnızlığı ile birlikte. Nereye baksa her şey çiftti, tuzluk bile çiftti. Şimdi de aklını çift olmaya takmıştı, kuşların bile çifti vardı peki ya onun? Çift mi yaratıldı bu dünya, paralel evren veya öteki dünya buranın bir çifti miydi? Her insanın ruh çifti veya günlük terim ile ruh ikizi var mıydı? Peki ya iki elmanın yarısı, bir Adem ve yarıyı bütünleyen Havva. Çift çift çift ve tek…

Kalktı yerinden yavaşça, aldı sırtına düşüncelerini ve tabii ki kopamadığı yalnızlığını, kafenin kapısına doğru adımlarını sıklaştırdı hunharca. Geldiği yere, kimsesizliğe yürüdü ve belki de bir daha kafa yormadı ona; yalnız geldi, yalnız gidecekti. Birdi, tekti ve bir o kadar da hürdü. Tekliği sek içecekti ve sonra gülümseyecekti ama sadece yalnızlığına.