Birçoklarının aksine biz kalabalık arasında yalnız kalmayı severiz. Tek başıma kalabalık caddede dikilirken, yürürken yabancıların yanımızdan geçip gitmeleri hoşumuza gider.

Neden benim yerime de konuşuyorsun? Ben dört duvar arasında seninle baş başa kalmayı daha çok seviyorum.

Sadece akıllı insanların gittiği binaya doğru yürüyorum hem sadık dostum hem de baş düşmanım olan kişiyle. İnsanlar geçiyor yanımdan, ben onların yanından geçiyorum. Kimisi yalnızlığının farkında kimisi henüz fark etmemiş. İnsan yalnız doğar, yalnız yaşar, yalnız ölür. Yaşamımızda bu yalnızlığımıza ortak olan aile, dost, eş gelir ve geçer.

Bugün çok anlamsız cümleler kuruyorsun. Düşünmeden gidelim gittiğimiz yere. Bilgeyle muhabbeti kesip mekana girdim ve boş sandalyelerden birine oturdum. Dışarıda iki sigara içmeme rağmen randevuya erken gelmiştim. İlk randevu benimle değildi üstelik.

Bir haftadır bugünün gelmesini bekliyorsun. Sekreterin bir gözü üzerimde.

Geçen haftaki vukuatımızdan dolayı olmasın? Çeneni biraz daha tutup keş biriyle kavga etmeyecektin. Senin yüzünden günümüz bir kere daha değişti.

Diğer gözüyle ilk randevuya geç kalan kişiyle konuşuyor. Adam geç kalmış biz ise erken gelmişiz. Sessiz salonu dolduran kahkahayla irkiliyorum. Uzun boylu bir adam elinde küçük bir valizle içeri giriyor. Mutlu mu burada olmaktan?

Ya herkes sen gibi mi? Hem istemeyip hem de gelecek.

Uzun boylu adam çaprazıma oturdu. Sekretere oturduğu yerden kalkmadan rahatça beş gün kalacağını, önceden ayarlandığını söylüyor. Böyle bir yer için adamın sesinde hiç titreme yok.

Böyle bir yer derken? Ne var ki burada?

Aman canım sen de uzun uzun anlattırma bana şimdi. Girdiğimde fark etmediğim birini görüyorum. Kenara sinmiş, bu ilk gelişi belli ki.

Dört senedir buraya gide gele tüm müdavimleri öğrendin. Helal olsun.

Kazağı, pantolonu, şapkası hepsi siyah. Telefonu elinden düşürmüyor, kulağında kulaklık. On dakika sonra elinde bir bebekle bir kadın giriyor içeri. Bu kasvetli ortama yaşam getirilir mi be ablacım? Bu hilkat garibelerinin yanında kim bilir neler öğrenir bu çocuk!

Bizi ilgilendirmez. Milletin işine karışma. Bana da yatıya kalmamı söyler mi acaba? Öyle korkuyorum ki bu binada yatıya kalmaktan.

Merak etme onlar da senin burada yatıya kalmandan korkuyordur.

Kadın kucağındaki bebeği dalgınca yere bakarken sallıyor. Hâlbuki çocuğun sallanmaya ihtiyacı yok, annesinin aksine yüzü gülüyor. Annesi olup olmadığını bilmiyorum sadece tahmin ediyorum.

Bu tahminlerin can sıkmaya başladı artık. Sen de benim canımı sıkıyorsun doğduğumdan beri. Ben sana hiç söylenmiyorum. Geldiğimizden beri susmadın, millet bize bakıyor. Sekreter bana bakıp adımı sesleniyor. İçeri giriyoruz. Masada oturan ve genellikle asık suratlı olan şahıs konuşuyor.

Bugün nasılmışım, hah!

Beni yine yoksaydı.

Tabii ki yok sayacak mendabur suratlı! Burada ben varken.

“Sizi yaklaşık iki aydır takip ediyorum. Çeşitli yaklaşımlar denedik fakat sizin istekli olduğunuzu düşünmüyorum.”

İstekli derken? Eskisi benim dilimden anlardı.

Yaklaşımmış haha! Bir gün ne yaptığını anlayacak.

Neymiş benim yaptığım?

Benden kurtulmak için değil, yalnızlığından kurtulmak için geliyorsun.

İkiniz de aynı şey değil misiniz zaten? Bazen senin de kimlik bunalımlarına girdiğini düşünmüyor değilim sevgili Bilge. Önce kısık bir öksürük sesi ardından şu cümle duyuldu şahıstan,

”Benimle olan konuşmanıza döner misiniz lütfen? Öldürdüğünüzü söylediğiniz on kişinin cesetlerine ve kimliklerine ulaşılamadı. Bu kişilerin var olduğunu da ispatlayamadık. Sizi kısa bir süre burada misafir etmek isteriz.”


Ve asık suratta beliren şeytanca bir gülüş. Ne diyordu Cabanel’in şeytanı,

”Sizin dünyanız benim için cehennem ve günün birinde insanları kendi cehennemimde ağırlamak için sabırsızlanıyorum.”

Karşımdaki doktor şeytanca sırıtıyor. Beni kendi cehenneminde ağırlamak istiyor. Sakın tek kelime edeyim deme Bilge. Bütün bunlar senin yüzünden geldi zaten başıma. Her insanın yaptığı gibi ilk beni suçluyorsun. Benimle yaşamayı, var olmayı beceremedin. O binada kalacaksan ben gelmem seninle.

Neden gelmeyecekmişsin?

Çünkü sarı badanalı binalardan nefret ederim.

Bilgesiz bir hayat düşünemeyen ben birden kararımı veriyorum. Kendinden emin ve tedavi olmak isteyen mazlum bir hasta edasıyla kurtarıcım olan melek yüzlü doktora bakıyorum.

O sarı badanalı binada yalnız kalacaksın. Ben olmayacağım.

Her şeyin sonu olduğunu bir tek Bilge'nin sonunun olmadığını sanırdım. Yanılmışım, yalnızlığın da sonu varmış. Eğer akıllı kesimden biri olunca kişinin yalnızlığının da bittiğini önceden bilseydim sarı badanalı binada bir oda satın almış olurdum.

O binaya girince hiçbir şey değişmeyecek. Yanılıyorsun Bilge, her şeyin bir başlangıcının ve sonunun olduğu dünyadan bunaldığımda kimse maktul olmayacak.

Bilge sessizleşti, gözleri koyulaştı. Bir dostunu kaybetmiş gibi bakıyordu gözleri. Sanki o da ben gidince yalnız kalmaktan korkuyordu. Gülümsedim. Yalnızlık, yalnız kalmaktan korkuyor(!)

Olur da bir gün çıkacak olursan o binadan, seni bekliyor olacağım sevgili dostum.

İlk sevincimin ardından garip bir hüzün kapladı içimi. Ona bir isim vererek somutlaştırmıştım, varlığını tanımlamıştım. Bir adı, ben gibi bir arkadaşı, bir karakteri vardı. Doktorun odasından çıkmıştık. Önümüzde sarı badanalı binaya kadar eşlik edecek görevli, arkasında ise omuzları düşük ve dudakları buruk iki kişi yan yana yürüyoruz. Yeri geldiğinde yarenlik yapan, ara sıra da düşmanlık eden Bilge; vedayı hak ediyor. Önümdeki görevlinin garip bakışlarına aldırmadan konuşuyorum: "Sevgili Bilge, dünyanın en akıllılarının olduğu binada kalabilmek için akıllıca davranıp yerimi sağlamlaştıracağım. O sarı badanalı binada, beyaz gömleği tersten giyerek hayatımın geri kalanında mutlu olduğumu bilmeden, mutsuz olduğumu bilmeden, yalnız olduğumu bilmeden yitip gideceğim. Bu bana verilen son şans."


Hiçbir şey söylemiyor; son nefesimde yanımda olacağını söylemekten başka. Elveda dostum, ailem, eşim, yalnızlığım...