Bir kaşık, kaşık ve bir kaşık daha. Tatlı kaşığından söz ediyorum. Koltuğun ucuna serilmiş yarım bir havlu, yanı balında Gogol ile ölü canı. Diğer yanında Ayaşlı İbrahim Efendi duruyor. Mustafa Memduh Bey’in kaleminden.

Her kafadan bir ses. Koyyyu kahve, geniş masanın etrafında kadınlar yine konuşuyorlar. Yalnızca birkaç ay hesabı. Ocak ayının alacaklıları öldürgen bir girdaba hapsetmiş kadınları. Yalnızca bir adam. Suskun. Biliyoruz ve biliyorlar o adamın suskunluğunu. Adam suskun değil, sessiz. Adam çünkü uzatmış ayaklarını, bordolularını giymiş, toparlanıyor içinden. Masaya koymuş kitaplarını. Diğer kitaplara kızmış, onların sahiplerine. Test kitaplarına, genç kadınlara. Onun gibi olmamışlara.

Olmamışlar. Yanlış seçim yapmışlar çünkü. Yanlış seçim. Budur bizim payımıza düşen. Uzun tahtayı kırmızı kapının arasına sıkıştırmak. Kapı kapanırsa dışarıda kalırız. Yerimizi anımsatıyor bize o kırmızı kapı.

Dışarıdaki o merdivenden inecek kadınlar ve Holding a Monument söyleyerek saçlarını uçuracaklar. Neredeler? Sigara tüttürüyorlar.

Biz; uykuyla uyanıklık arasında, boyunlarımız çürürken, döngüde hapsolmuşken birileri çıkıp soruyor. Soruyor. Uykuya geri dönmeyi yeğliyorum. Ayaklarımı uzatıyorum. Ama bordolu giyinmiş adam gibi değil. Ben ayağımı masanın altından uzatıyorum. Başımı geriye dayasam ağzım açılıyor. Yana çevirsem. Sarı küpelerimi çıkarıp masaya bıraktığımı hayal ederken o döngüye yeniden giriyoruz.

Kadınların ruhları çekilmiş. Zarif görünen sarışın, esmer kadınlar. İçlerinden atmıyorlar çığlıklarını. Bedenleri atıyor çığlık. Yürüyemiyor öteki, yığılıp kalıyor. Yeni perçemli ilkokullu kadının ayakları çekiliyor. Diğerlerinde telaş. Diğeri mavi beyaz ekoseli gömleği ile dolanıyor.

—Ne zamandır görmedim sizi.

“Güller bile açtı.” Güz yaprakları demek istiyorum. Güz yapraklarının mavi beyaz ekoseyle bir ilgisinin olmadığını düşünürken bir öfke gelip çak bir tane yapıyor. Hiçbir şey göründüğü gibi değildir. Hayır. Hiçbir şey değildir. Bazı “şey”ler öyledir.

Gözlerim ağrıyor. Kadınların sesleri geliyor. Kısa bacaklı, kahverengi saçlı kadın sigara içiyor ekoseliyle. Esmer kadın üzülüyor. Sarışın kadın İngilizce konuşuyor.

—I do not trust.

İhtiyar adam elinde çayıyla geliyor. Oğlunu tanıdığımı düşünüp öfkeleniyorum. Maviş balık da biliyor bunu. Adamın nasıl bir baba olduğunu düşünüyorum. Hakkı sorguluyorum. Babalarla ve annelerle kavga etmek, onlara haddini bildirmek, ahkam kesmek arzusundayım. Kim olduğumu bilmiyorum. Bilsem arzular mıyım bunu? Evet. Ama yapmam. Hakkı sorguladığım için. Adamın esmerliği sinirimi bozarken bordolu giyinmiş adamın kendini sarışın zannettiğini anımsayıp sırıtıyorum. Yanağındaki yoğun skarlar beni içine çekip zihnimi delip geçecek derinlikte. Cildiye doktoru olmayı da arzuluyorum. Ben o bordo tonunu görmek istemiyorum. Bordo bir ton değil, renk olmalı. Aslında bir renk değil, ton.

Karısı suskun. Tıpkı kocası gibi suskun değil, sesini kısmış. O da biliyor.

Zayıf kadın. Zayıf kadın suskun. Sessiz değil, suskun. İçi geliyor kadının bizlere. Hep siyah ama aklını seviyorum onun. O kadın söz konusu olduğunda hakkı sorgulamıyorum. O kadın hakkın kendisi. Makineler ve teknoloji konuşuyor. Mekanik bir aklı var kadının.

Bizim soyumuz. Ekoseliler mekanik istiyor. Biz. Yeryüzünü çekip aldılar ayaklarımızın altından. Aya çıkmak bana yaramıyor. Balıklar, maviler, ekoseliler. Siyah masa ruhum.

Kafamı yana mı çevirsem? Bir yudum soğuk su. Masaya sarılış. Küpelerimi çıkarışımın yalnızca bir düş olduğunu fark etmem. Ve onları kendini bilen bir varlık olarak hayal ediyorum. Yana çekiliyorlar usulca. Kolum ağrıyor. Belim. Sırtım. Sol yanım uyuşuyor. Ne isterim uyuşsun. Uyuşmadan kanıyor. Bazen kanasın istiyoruz birlikte. Kanasın ama kötü kanamasın. Onun kendisine ait odasının içinde bulunmaktan memnun değilim. Odası değil, evi olmak istediğimden. İnsanın umudunun olmayışı bazen evi gibi hissettiriyor. Çiçek bahçelerini düşlediğim günleri anımsıyorum. Unutma beni çiçekleri. Akasyalar. Fesleğenler.

Fesleğenlerin vadedildiği o gece, önce ellerini gördüm. Müzik odasında pianoya dokunduğun o kemikli eller. Müzik odasından kaçış. Mart rüzgarında akasyaların saçlarıma dolması. Benim için bir yaprak. Beyaz. Camp Rack. You Are Beautiful. Kuşla dans. Büyük, kare bir pasta. Sonra beyaz bir pasta. Savaş. Bingo bir, iki, üç oyunları. Odasında olduğumun belki beni gördüğü.

Maviden zihnim bulanıyor. Zil çaldı. Kadınlar derse koşmaktan birbirini görmüyor. Ayağı çekilen kadın sigaraya koşuyor. Sarışın kadın kafasını çarpmış. Bordolu adam ve karısı konuşuyor.

— Bir kahve içelim mi?