1. BÖLÜM



Adam istemeyerek de olsa giyinmek üzere odasına çıkmak için elindeki gazeteyi bırakıp ağır adımlarla...

 

''Tatlım şu kapıyı yağlayıver hayatım ya, gacur gucur ses!''


Başka zaman olsa kül bırakmaz kadın erkek eşitliği bilmem ne, buyur yağla o zaman! Hoş zaten eşitlikten anladığı da benim ona, onun da bana hediye almasından, sürpriz yapmasından öte değil ya, diye içlenerek kitabın arasına parmağını koyup ''Şu an kitap okuyorum, bir ara bakayım.'' cevabı ile içinin yağlarını sürdü kapı menteşelerine.


''Hayatım kitap hep orada, kaçmıyor ya bir yere.''


''Canımcığım şu kurduğun cümlenin benim için bir savaş sebebi olduğunu bile bile neden hala ısrarla kuruyorsun anlamış değilim. Tamam bırakıyorum kitabı ama kapıya da sonra bakarım, oldu mu?'' Çünkü kendine kalan vakitlerde en sevdiği şeydi kitap okumak. Hatta bazı kitapları sevdiğinde hiç bitmesin de şu gerçeklikten koparıp götürsün isterdi onu.


''Tatlım zaten kalkıp hazırlan istersen. Şimdi trafik mırafik zaman kaybetmeyelim, ayıp olmasın insanlara. Ne yemekler yapmıştır, merak da ediyorum, bilirsin, pek hünerlidir bu konuda, seversin hatta yemeklerini.''

''Severim evet, gerçekten gönlünü vererek yaptığı belli, seviyor mutfağı.'' İçlerinde zaten gönlü güzel tek insanın o olduğunu düşünerek kitabını kapattı. Durdu bir müddet öyle belirsiz bakışlar içinde, daldı kısa bir anlığına. Zamanın ve mekanın kaybolduğu o ana, o içimizin gittiği ama bir türlü anlamlandıramadığımız ana... Sanki arzulanıp da kavuşulması zor olanın düşlendiği o ana…

''Abartma istersen, daha çok erken! Yavrum ben gelmesem be gülüm. Kalsam da bitirsem şu kitabı, nasıl da güzel gidiyor hem. Daha geçen hafta yine hep beraberdik, biliyorsun bu ara pek de sarmıyor beni.''

''Lütfen hayatım, bunu duymamış olayım, üzme beni. Geçen haftaki dışarda kahvaltıydı, orada karar verildi buna, istemiyordun madem orada deseydin. Şimdi hoş mu bu? Lütfen, kalk hazırlan.''


Basamaklardan üst kata doğru çıkarken sessiz sessiz söyleniyordu: ''Sanki fikrimi soran oldu.'' Sağ adımını koyduğu her basamakta kitabı bacağına vurarak ağır bir ritim tutturarak çıktı yukarıya.

 “Handan, yeter artık be yavrum, kırk kere düzelttin oranı buranı, şimdi biri binecek asansöre.”

“Tamam Harun, abartma istersen!

 

Asansörün açılan kapısının zil sesi bozuyor sessizliği. Harun centilmenlik olsun diye değil, alışıla gelmişlikten yol verdiği Handan'ın peşi sıra asansörden çıkmak üzere acele ediyor kapıya sıkışıp kalmamak için. Çünkü biliyor; bu çıkış bir solistin sahneye, bir mankenin podyuma, bir siyasinin kürsüye çıkışı gibi pek çok şeyi barındırıyor içinde ve o çıkış asla dönüp bakmaz ardına. Hani orada kalsa Harun, ancak bir şey sorması ya da istemesi gerektiğinde fark eder Harun'un yokluğunu.

Ardı sıra Handan'ı izledi, dalıp gitti yine o geçmiş günlere. Şu ana kadar kendisini geçmiş günler tutmuştu bu ilişkide ve bir de çocuklar… Çocuklar neyse de geçmiş günlerin hatırı kalmamıştı pek. Üniversite yıllarında tanışmışlardı Handan'la, güzel oluşu bir yana, deli dolu oluşu, tuttuğunu koparan hırsı ve belki de en çok sanki her an bir yaş düşecekmiş gibi bakan o kara gözleri içine işlemişti Harun'un. Başlarda ikisi de akademik kariyer için çabalayan iki gençti fakat bunu sadece Harun yapabildi, üniversitede hoca olarak kaldı. Handan ise evlendiklerinden birkaç sene sonra annesini de kaybedince evin tek çocuğu olması sebebi ile kalan mirasla çeşitli ticari girişimlerde bulunduktan sonra özel okul açma fikrini hayata geçirerek devam etti. İkisinin de üniversiteyi bitireli yirmi sene olmuş, evleneli yirmi sene. Son dört beş seneyi ise Harun, Handan'a karşı içinde giderek çoğalan bir mesafeyi anlamlandırmaya çalışarak geçiriyor.

 

Nermin açıyor kapıyı. Yeşil gözlerinde her zamanki o saf, o pırlanta gülüşü ile… Nermin de üniversiteden arkadaşları ve Harun'la aynı okulda Tarih öğretmeni. ''Nerminciğim senin ve yemeklerin uğruna geldim, yoksa inan diğerleri çekilecek dert değil.'' diye takıldı Harun elindeki çiçekleri Nermin'e uzatırken. ''Haruncuğum çok naziksin, alayım istersen ceketini.'' Harun ceketi omuzlarından düşürüp kolunu içinden çekerken tenine yapışan tişörtünden iri göğüsleri takıldı Nermin'in gözüne. ''Anlaşılan spora devam ediyoruz Harun.'' Hafif utangaç bir gülümse ile ''Vakit buldukça gidiyorum işte Nermin. Bilirsin araştırmalar, dersler, derken pek de vakit kalmıyor ama! Yapıyoruz bir şeyler.''

 

Elindeki şarabı masaya koyarak masanın etrafında geziniyor Handan. ''Hayatım ellerine sağlık, hepsi çok hoş görünüyor. Kocama asılmayı bırak da tatlılarda ne var, ona bir bakalım.'' İnsanı zan altında bırakan tuhaf bir şaka anlayışı var Handan’ın.

''Bu kadın hiç değişmeyecek Harun. Sen istersen geç içeri, Didem ile Tamer hariç herkes içeride onlar da gelmek üzeredir, trafiğe kalmışlar.''

 

“Gülten gel canım, balkona çıkalım, bir hava al. Bu ikisi yine girmiş futbola. Birazdan attı, kumardı büyür o iş.”

 

Gülten gülümseyerek elindeki telefonu bırakarak bir elini Harun’un beline atıp bir yanağından öperek “Hoş geldin Harun. İnan seni bekliyordum, yeni bir şiirim var ve yine önce sana sunmak istiyorum. Ama sen önce beylerle duygularını bir dibe vur, sonra görüşelim.” Kahkahalarıyla beraber mutfağa doğru giderken Gülten, Harun Gülten’den kalma parfüm mü, şampuan mı ne olduğunu anlayamadığı o çarpıcı kokunun etkisi ile bir kez daha gül bir tenin kokusu olduğunu düşünerek salona inen iki basamaklı merdiveni aşarak geçti diğerlerinin yanına.

“Nerminciğim her zamanki gibi harikasın. Balkabaklı kişin enfeeess hayatım. Şu kadının mutfağını seviyorum, keşke kendi mutfağımı da sevebilsem.”

“Haydaa! Yahu biz o mutfağı sen istedin diye öyle yapmadık mı Didem? Ne şimdi bu, anlamadım.”

“Sakin ol Tamer, korkma, bir masraf açmak gayesinde değilim. Mutfaktaki beceriksizliğimden yakınıyorum sadece.”

 

Tamer’in az önceki gergin suratı yerini gevşemeye bırakırken daha da gevşek bir ifade ile “Ona yıllardır yalnızca yakınıyoruz.” demesi masadakilerin boğazlarını temizleyerek konuyu değiştirme vaktinin geldiğinin ilk sinyaliydi. Zaten geç kalma sebeplerinin yine tartışmış olmalarına bağlamak da çok güç değildi artık. Uzun zamandır sorun yaşıyorlar ve en çok da onların sorunu dökülüyor masaya her seferinde ve her ne kadar çözümsüz kalsalar da içlerini dökmüş olmanın ya da çözümsüzlükte berabere kalmanın buruk bir hazzı kaplıyordu içlerini. Tamer politika adamı. Sürekli bir siyaset, sürekli bir adam kazanma, partisini anlatma derdinde. Didem ise gezmelerin, keşiflerin ve son zamanlarda da giderek artan alışveriş çılgınlığının içinde. Son zamanlarda daha çok içine kapanma, kapandıkça evde alkol ve alışverişi kendine dost edinmiş.

 “Şu masada aşk var. Şu yemekler, şu tatlı, şu özen. Masadaki çiçek, bize özel şarap. Bu kadın aşık Tolga. Bu kadına iyi bak, çok aşık. Fakat üzülerek söyleyeceğim ki bu aşkta sen yoksun.”

 

Ortamın havasını değiştirmek isteyen Handan oluyor. Herkes Handan’ın sarhoş mu yoksa bir bildiği var da onu mu diyecek olduğunu kestirmeksizin donuk ifadelerle Handan’ı dinliyor.

 

“Ve daha da ilginci aşık olduğu kişi de aramızda. Çünkü ancak onadır bu hazırlık. Bu bir kadının bir başka kadına mutfaktaki hünerini sunma şekli değil. Bu gizli bir aşığa “Senin için yaptım.” deme şekli.”

 

“İyi misin Handan?”

 

Harun sinirini bastırarak daha çok sıkılmış bir eda ile toplum içinde ismiyle hitap ederek ayılmasını sağlamak istiyor Handan’ın. Handan’ın en sevmediği şeydi bu. Kalabalıklar içinde eşinin kendisine herhangi birinden bahseder gibi ismiyle seslenişi hoşuna gitmiyordu.

 

“Harun bey sinirlenmeyiniz, sakin olun. Şu an hissettiğim bir duyguyu söylüyorum sadece. Bu kadının aslında nasıl da güzel sevebileceğini, neler yapabileceğini ve onun nazarında aslında bir kadının bir aşkı nasıl resmedebileceğini anlatıyorum burada. Tabii ki seni seviyor Tolgacığım ama demek istediğim şu, bu masa sana fazla.”

 

Masadaki hiç kimsenin sevmediği o soğuk kahkahası ile kadehini kaldırıyor havaya Handan:


“Sana içiyorum eey aşk ve sana Nermin. Güzel kadın.”

 

İstemsizce havaya kaldırılıyor diğer kadehler. Handan yerinden kalkıp Tolga’nın arkasına geçip bir elini boynuna atarak, kulağına eğilerek “Bu kadın edebiyat oğlum, bu kadın roman ve sen yalnızca kapağına ve hızlıca birkaç sayfasına bakmışsın. Bırak şu futbolu, atı, kumarı da al oku bu kadını. İçine gir onun.”

 

Tolga sol eliyle Handan’ın elini tutarak tebessüm ile öptü. “Sen, ben, Harun, Akın ve Nermin çok uzun bir dostluğun yolcusuyuz öyle değil mi? Sonra Gülten, Didem ve Tamer eşlik etti yolumuza. İyi de ettiler, var olsunlar. Söylesene Handan, sen hiç benim kumarda kazandığımı gördün mü? Diğer dostlarımızda görmemiştir. Ben sizin gibi güzel laflar etmeyi beceremedim. Harun mesela, hep kıskandım adamı. Ağzından az laf çıkar ama çıktımı da sanki o söz senin için yaratılmış gibi hissedersin. Bunca yıl böyle bir şey duymadım dersin. Benim de sunumum bu oldu, imkanlarımı daha da zorlayarak daha iyi bir yaşam sunmaya çalıştım hep. Evet, kumara da bu duyguyla, bu hırsla bulaştım.”


Tolga titreyen ve kuruyan sesine bir bardak su için uzanırken masaya doğru Handan elinin daha da sıkıya kavrandığını anlayınca yanlış zaman olduğunu düşünerek bir küçük pişmanlık hissetti içinde. “Suyla ıslanmaz oğlum bu yürek. Hadi al gel kadehini de bir sigara içelim terasta. Kalk haydi kalk, sen bakma bana. Deliyim ben ayol, bilmez misiniz.” Tolga tekrardan arkasına yaslanıp derin bir nefes alırken üzerinde olan gözlerin ağırlığını hissetti. En çok da Nermin’in bakışlarını merak ediyordu oysa. Saçlarını düzeltip Handan’ın ardından terasa doğru yol alırken merakına yenik düşerek baktığında fark etti Nermin’in buğulu gözlerle kendisine baktığını. Birkaç adım atmıştı ki o tarafa, Nermin bu duyguya yakalanmak istemiyormuşçasına önündeki tabağı alarak mutfağa yönelince Tolga da masadaki sigaraya uzanarak terasa döndü yüzünü.

 

“Hayatım ne yapıyorsun sen burada? Herkes içeride oturmuş sohbet muhabbet. Bu kadar soyutlamasan keşke kendini. A-aa, O ne? Kitap mı okuyorsun sen? İnanmıyorum sana ya. Bir de kitabını mı getirdin?”

“Yahu saçmalama ne kitap getirmesi. Hava alayım diye çıktım buraya. Çıkarken kapının yanındaki kitaplığa gözüm takılınca baktım benim kitaptan da var, kaldığım yere bir göz atayım dedim şurada iki dakika.”

 

Kitaplarında hiç ayraç kullanmaz, hep sayfa sayılarını hatırında tutardı. Kaldığı cümleye koyduğu işaret parmağını usulca çekerek kapattı elinde tuttuğu kitabı. “Bari şu bölümü bitirebilseydim.” diye geçirdi aklından. Aklında hikayenin devamı, bir an önce eve gidip tamamlamanın telaşı ile yerine koyarak vedalaştı kitapla.


Yalnızca anıların konuşulduğu zamanlarda gülünebilen masalardan biri daha kurulmuştu. Bunlar bir ihtiyaç mıydı, yoksa zorunluluk mu, bilinmez. Bilinen bir şey varsa o da anıların şarap gibi yıllandıkça güzelleşmediğidir. Aksine sürekli onları konuşuyor olmak hem anıları hem de içimizdeki bizi yıpratır, geçmiş ile şimdiki ben arasında bocalar insan. Anılar aldatıcıdır, tuzaklarla doludur. Bir uçurtmanın gökyüzüne salınışı gibidir anılar, sadece ona bakar, ona odaklanırsın ve bir anda kopar bağların. Gerçek tokat çarpar yüzüne. Zaman ne geçmişi yad edecek ne de geleceği düşünerek harcanacak kadar kıymetsiz değildir. Zaman andadır, yaşanması gereken zaman hissettiğin, duyduğun, gördüğün zamandır an.

 

Ne diyor Cibran: “Dün bugünün anısıdır ve yarın bugünün düşüdür.”