merhaba, senin gecenin körü diye adlandıracağın bir saatte yazmaya başladım. sen türkiye’nin jeopolitik konumunun önemine binaen yaşarken belki de benim haleti ruhiyem bu saatleri gündüz kabul etmeyi uygun bulmuştur. olamaz mı? olamaz. kesinlikle olamaz. ben bunları klavyemi daktilo hayal edip yazarken sayfa bitiminde kaydırmak için gençliğimi kullanıyorum. akar zaman, yakar zaman. başlayalım mı?


üçüncü yılına gidiyor yazdığım blog yazıları. onları da hayatım gibi parça parça oluşturduğum için hiçbirini şu an tam olarak okuyamıyorsun. seni bu konuda anlıyorum çünkü esasen ben de kendimi okuyamıyorum. parça parça olmuş gönlüm, kırılmış bir kadeh gibi yerde kısaca. çok bölük pörçük yaşadım hayatı ya da yaşamayı denedim, bilemiyorum. ne olursa olsun, her konuda kendi doğrularımdan şaşmadan ilerledim. artık olmuyor bunu anladım. kirli, temiz, eksik.


tamam.


hayatta istediğin kadar temiz kalmaya çalış, yürüdüğün yol çamurluysa illa sıçrıyor. mücadeleden vazgeçip zemine uzandım. bu saatten sonra sıçramayan çamuru... millet çatır çatır aracılarla iş yaparken hak yememek için uğraşmak, temiz kalma meselesi değilmiş. önemli olan elde etmekmiş. çünkü herkes çamura bulanmışken uzatılan çamurlu eli sıkmak adabı muaşeret olduğu gibi temiz kalamamanın da garantisiymiş. dürüstlük büyük aptallık belki. kir, pas içinde kalmış saçlarını kestirirken önüne düşen beyazlar, temiz kalmak. zamana uzandım. bu zeminden sonra yuvarlanıp yokuşlardan, duraklarda duruyorum.


çamura bulanmış bir hayalim var. dört beş yaşında bir çocuğun yolda gördüğü çamur birikintisine atlaması gibi tercih değil bu. bu tam olarak beyaz gömlek giymiş kaldırımda fıtı fıtı yürüyen bir adama, yoldan geçen aracın sıçrattığı bi’ çamur. bir yanım diğer yanımın kulağına eğilmiş bir şey söylerken, ben boş gözlerle aynaya bakıyorum. biraz daha dikkat kesilince aynanın arkasındaki sır(r)ı görüyorum. bir yanım aracı bilerek sürmüş çamur birikintisine. diğer yanım bas bas bağırmış ama duymamışım. s... ettim sebebini sonucunu. sarıldım ikisine de. gömlek değil mi bu altı üstü? değil. duyduğumu bağırmadan, fazlasına sarılmadan.


gece başladığım yazıya günün ilk ışıklarında devam ediyorum. keyifli bir dertleşmenin içerisinden anca çıkabildim. kendimi dinledim bol bol, seneler önceki kendimi anlattım kendime. bir noktada hangisinin ben olduğuma karar veremedim. hangisi benim fark eder mi? fark etmez. geceyi silen, gündüzü kuşanır. bu ara sık oluyor bu. gece gündüz arasında mekikleri dokuyorum. şu an da bitmeyecek bu yazı. uyuyakalmışım, rüyama uyandım. şafak baskını gibi her sabahın körü aklımı bastın.


kahvenin hatrını geçip ayılmak için acı kahve içen biri olarak devam edeyim mi? hadi.


belki de hayatının yarısına bile gelmemiş ama tecrübeyle sabit yirmi yediye çalan, otuza söyleyen ve içine susan biri olarak şu anın ilk susmam olmadığını biliyorum. belki de yanlış yapıyorum, bilmiyorum. bazı kelimeler bazı olaylarda bazı anlamlara gelmiyor. kelimeler albayım. bunu fark ettiğim an herhalde bi’ 10 yıl önce falandı. 13 senedir bana yoldaşlık yapan gitarımı, kendim için konuşturmayı öğrendim sonrasında.


kişiler arasında duygu, düşünce, bilgi ve haberlerin, akla gelebilecek her türlü biçim ve yolla kişiden kişiye karşılıklı olarak aktarılması. tdk’ye göre iletişimin anlamı. daha önce duygu ve düşüncelerimi sokabileceğim bir biçim veya onlarla yürüyebileceğim bir yolum olmadı. hiç bilmediğim bir ülkeye gözümü açtım, dillerini bilmiyorum. tamam diyorum, deneyerek öğrenip düşe kalka bulurum yolumu. ilk önce önümdeki kişileri gözlemleyip örnek alıyorum, birbirlerine bakıp ağızlarını oynatarak sesler çıkarıyorlar. çıkardıkları sesleri taklit etmeye başlıyorum sonrasında. sert bir tavırla karşılıyorlar, onlardan öğrenip kullandığım bir ses onları rahatsız etmiş. küfür diyorlarmış ona. küfrün kötü bir şey olduğunu öğrenip susuyorum. sonra caddelerde kalabalıklar arasına karışıp daha çok insan gözlemliyorum, onlardan da bir şeyler öğreniyorum. hepsini bir araya getiriyorum ama duygu ve düşüncelerimi anlatmak için gözlemleyerek öğrendiğim her şeye yanlış diyorlar. sonra içime susuyorum. o sessizliği kana kana içerken bir farkındalık vuruyor beni. sırtlanmış eşyalarımı, kendi öğrendiğim dili kullanacağım bir yer arayışına girip şehri terk etmeye karar veriyorum. belki de yanlış yapıyorum. mavi bir tabelanın önüne geliyorum. tabelanın üstünde çapraz atılmış kırmızı bir çizginin altına bir şey yazmışlar. hayat. yanlış içimden, yanmış içinden. tabelaya bakıp o kelimeyi okumayı öğrendiğimi düşünüp geri dönüyorum şehre. bu şehir beni içine çekiyor, kendimi alamıyorum.


insanların birbirlerinin gözünün içine bakıp arka arkaya dizdiği anlamlı kelimeler mi iletişim? her şey kelimelerle mi anlatılmalı mesela? bilmediğimden soruyorum. o şehre dönerken kendime verdiğim sözleri tutmaya çalışıyorum. biri hariç. artık my rules my life değil de daha çok çamur rules my life’a dönmem gerekti. özür dilerim 2022'deki benden. her seçimin sonuçları oluyor. kendini anlatmaya çalıştıkça iyi geldiğini, geliştiğimi düşünürdüm. artık düşünmüyorum. insanlara kendini anlattığın kadar değil, onların anladıkları kadarsın onların gözünde. o şehri terk ederken yapmadığım bir şey için itham edilince deliye döner saatlerce onu açıklamaya, kendimi anlatmaya çabalardım. kendime verdiğim ikinci şansta buna yer yok. herkes anladığıyla yetinsin, algılarınızı ben yıkamam çünkü. denedim, altında kaldığım çok an oldu. bazı şeyler söylenmez, dile gelmez.


kendimi ifade edemediğimi düşünüyordum son zamanlarda. ne şarkılarla ne de başka türlü. insan sevince ne yapacağını bilemeyebiliyor. dipsiz bir kuyunun içinde buldum kendimi. herkes istediğini alıp köşesine çekilmiş de ben kuyunun dibini ekmekle sıyırıyormuşum sanki. kendimi ifade edemediğim bir şehirde yaşıyorum metafordan bağımsız ve bu şehrin çıkışında mavi üzerinde kırmızı çizginin altında adın yazıyor.


en son gitarıma içimle konuşmayı öğretiyordum nereye geldi konu. şarkıların sözleri, introları, melodileri nasıl bir bütünü tamamlayıp müzik oluyorsa sözler ya da susmalar, jest ve mimikler, hareketler ve tavırlar da birleşip iletişimi oluşturabilir. yani aslında iletişim de bir müzik olabilir demekti bu benim için. bunu fark ettiğimden beri, insanlara kendimi anlatmak için çabalamayı bırakıp şarkılarla kendimi paylaşmayı, o ana uygun şarkı bulamıyorsam da gitarımı konuşturmayı ve kendimi kendi dizelerimle anlatmayı öğrendim. sanat toplum için mi sanat için mi diye tartışmalar yüzyıllardır devam ederken müzik benim içindir. bir gün müziği bırakırsam, o gitar düşerse elimden o şehri terk etmişim demektir. kendimi ifade edemediğim bir şehirde yaşamak derin bir kuyudan farksız olur zira. zira. zira. bir de bir şarkı sözü çınlıyor kuyunun dibinde. bu şehrin beni anlamaya, benim seni unutmaya, rakının ısınmaya niyeti yok. yok. yok.


kuyunun dibinden çalar eski bir şarkı.


sevgiyle.