''bir şiir yaltaklanıyor harflerime

bir ütopya gelip otağ kuruyor düşlerime

boğazıma kadar mürekkebe batıyorum

her eylemim

gergef gibi işleniyor kağıtlara

ağlamanın vuslatına 

gülmenin muştusuna

sevmenin kahpesine

ve aşkın

çelikten leblebisine

salık veriyor hayallerim

usta!

“ben bu duruma hiç alışık değilim'' dedi çocuk ve paltosunu alıp çıktı kütüphaneden. ilk kez geldiği bir yer değildi. ama ilk kez bu kadar iliklerine kadar hem ateşe hem de suya yakın olduğu belliydi. sonra kütüphaneci kapatıyoruz dedi. oysa saat daha ikindiyi biraz geçmişti. herkes istemsizce toparlandı. son yudumlarını aldılar ve hesaplarını ödemek için sıraya girdiler. pos cihazının sesleri beynimde yankılanıyordu. nakit ödeyenler umarsızca kapıya doğru yöneldiler. durumdan istifade ederek izliyordum etrafımı. duvarlara, kitaplara ve raflara göz gezdiriyordum. sonra bir sesle irkildim. kütüphaneci 'hadi evlat bitti artık gidiyoruz.' dedi. nereye bile demeden yaka paça sokağa fırlattı beni. o yaşta o gücü beklemezsiniz. şaşırmıştım. neden böyle yaptığını sorguluyordum kendime içten içe. anlam verememiştim. ihtiyarlık huysuzluğu aklımdan ilk geçendi. ama daha önce böyle bir şey hiç yapmamıştı. belki dedim kendi kendime. 'o gün, günü kötü geçti ya da yoğunluğu bünyesi kaldıramadı. ama hep böyleydi burası. neyse' dedim. kendi içimde kapattım konuyu. yolda yürürken bir yağmur başladı. koşmaya başlamak fikri geldi, lakin aklıma nasrettin hoca fıkrası geldi. adımlarıma devam ettim. kaldırımları arşınlarken bir şiir takıldı boğazıma;

''şimdi sen yürüyorsun

yol da senle yürüyor

ama sen

o kadar kendinle meşgulsün ki

ne yol umrunda

ne yürümelerin

belki

sen bile

kendinin umrunda değilsin

işte bu 

hem kapitalistliğin 

hem de faşitliğin 

dik alası değil mi?'' gençken okuduğum bir şaire aitti bu dizeler. o zamandan beri yolda yürürken hep kendimi ve kendiliğimi düşünürüm. zaten okuduğum kitaplar, izlediğim filmler, dinlediğim müzikler hatta haddim olmayarak kaleme aldığım yazılar hep bu yönde oldu. sonra binanın önüne geldim. dimdik durdum yağan yağmura karşı. sırılsıklam olmuştum. hava da epeyce soğumaya başladı. köşedeki köpeği gördüm ve onun yanına sığınmış kediyi. evdekilere birkaç bir şey almıştım gelirken. biraz onlara da verdim. başlarını okşadım. o kadar masum ve sevgiyle bakıyorlardı ki. arada beslerdim zaten. ama bir tuhaflık vardı bakışlarında. daha bir iştahla bakıyorlardı. anladım. kimse bir şey vermemiş. aç kalmışlar. belediye de sadece besleme noktalarına bırakıyordu. ama oraya gitmiyorlardı. sanki hep beni bekliyorlardı. karınlarını doyurduktan sonra biraz okşadım. ikisi de sırnaştı. çok tatlıydılar. etrafımda dört dönüyorlardı. kendi hallerine bırakıp eve doğru yöneldim. binanın içine girince anladım üşüdüğümü. iki kat çıktıktan sonra kapıyı açtım. evdekiler hemen saldırdı poşetlere. mamalarını verdikten sonra üstümü değiştirdim. bu dönemde kökledim biraz kombiyi. bakalım fatura ne kadar gelecek diye düşünmeden. sıcaklıktan mayıştım. uyku moduna giriyor gözlerim. oysa yazmam gerken bir yazı vardı. ancak direnemiyordum uykuya, oysa kahve de içmiştim. lakin bedenim uykusuzluktan bitkin düşüyordu. kendi bedenime kendim yeniliyordum. uzandım ve biraz fon müziği açıp kedilerimi kucağıma aldım. ve kendimi rüyaların diyarına bıraktım.