Uyandı. İlk uyanışı değildi. Güneşin pencereden girmesi ona geç olduğunu anımsatmış olmalı ki birden ayağa kalkmaya çalıştı. Başı dönünce yatağına oturmak zorunda kaldı. Birkaç saniye baş dönmesinin geçmesini bekledi ve sandalyedeki sigara paketine uzandı. Çakmağı çıkardı. Bir de sigara çıkaracaktı ama vazgeçip masaya koydu. Doğrulup yüzünü yıkamaya gitti. Banyodan çıkıp mutfağa geçti ve buzluktan buz alıp ensesine sürdü. Hemen yana eğilip çamaşır makinesinin kapağını açmaya çalıştı. İlk seferde başaramayınca bir tekme vurdu. İkinci seferde daha hızlı asılıp açtı makinenin kapağını. Çamaşırları çıkarıp boş duran mutfak tezgahının üzerine koydu. Sonra hepsini kucaklayıp salonda güneş alan koltuğun üzerine dizdi. Koltuğun üzeri, yatağın kenarı atıldığı gibi duran pantolon ve gömleklerle doluydu. Aralarından temiz gördüğü mavi bir kot pantolonu ve yeşil bir gömleği giyip sandalyeden, sigarayı cebine koydu. Diğer pantolondan cüzdanını, telefonunu ve anahtarlarının yanı sıra iki meşe yaprağı aldı. Aslında 12.35'i gösteren saate bakıp 'ulan 1 olmuş saat be' diyerek kapıya yöneldi ve dışarı çıktı. Kapıdan çıkar çıkmaz Salih'i aramak için telefonuna baktı ve birçok cevapsız aramanın olduğunu gördü. Salih aramıştı ve o da Salih'i aradı. Telefonu tek çalışta açan Salih:


-"Cemil, oğlum daha yeni mi uyanıyorsun ya?" diye serzendi.

-"Evet, bir şey mi oldu?" der demez burnuna yine yanan yaprak kokusu geldi. Ve bekletmeden "Salih koş bizim arka sokağa gel." dedi.

-"Uzağım ben mahalleye, sen git, bana haber verirsin." dedi Salih.


Cemil, sözün tamamını dinlemeden telefonu kapatıp cebine koyarak koşmaya başladı. Bir dakika bile geçmeden vardı gitmek istediği yere. Sağa sola baktı. Bir iz, işaret aradı. Biraz sağa sola koşuşturduktan sonra bir arka sokaktan kalabalık insan sesleri duydu. Köşeden dönüp kalabalığın olduğu yere koştu. Gördüğüne başta şok oldu. Bir ev yanıyordu ve pencereden ateşler çıkıyordu. Beklemeden binaya doğru koşmak istedi ama insanlar tutup sakinleştirmeye çalıştılar. İtfaiye araçlarının sesleri duyuldu ve direkt ateşi söndürmeye, su tutmaya başladılar. Cemil ilk defa aradığına bu kadar yaklaşmanın heyecanı ve düşündüklerinin, yaşadıklarının gerçekliğinin kanıtı niteliğinde olan bu olaya, bir yandan derin korkular ve bir yandan rahatlama hissiyle bakıyordu. Karışmak, dahil olmak istiyordu ama bunu yapacak ehliyeti yoktu.


İtfaiyelerin yangın söndürme çabasını izlerken binanın önünde kaldırımda oturup ağlayan Refik'i gördü. Koşup yanına giderek:

-"Refik ne oldu?" dedi.

Kafasını bi' an kaldıran Refik, Cemil'in gözlerine bakarak:

-"İçeride tanıdığım biri var. Komşular arayınca koştum ama yetişemedim." dedi.

-"Korkma, bak yetiştiler. Kurtarırlar şimdi." dedi Cemil.

Refik başını kucağına koyup ağlamaya devam etti.


Bir süre bekledikten sonra Salih koşarak geldi. Ne olduğunu Cemil anlattıktan sonra Refik'in yanında kendilerince kritik yaptılar.

-"Evin içinde mi yakmışlar yaprağı?" dedi Salih.

Cemil tam onaylar gibi yapıp konuşacakken Refik:

-"Hayır, evin içinde yaksa ev yanardı." dedi

-"E ev yanıyor zaten" dedi Salih.

-"Evin içinde yaprak yakacak biri evin yanma ihtimalini düşünürdü, hem evde sadece çocuk vardı. Çocuğa mı verdiler yaprağı?" derken insanların sesi yükseldi.


İtfaiyeciler kapıdan çocuğun cesedini çıkardılar. İnsanların feryatları arasında henüz gelmiş olan ambulansa koydular. Ambulansın kapısı kapanana kadar oraya bakan Refik, kapı kapanır kapanmaz sokağın tersine doğru yürümeye başladı. Refik'in tavrına şaşıran ve bir yandan çocuğun ölü olarak ayrılmasının şokunda olan Cemil ve Salih, Refik'in peşinden gittiler. Cemil bir an yanına geçip:


-"Refik kimdi o çocuk, nereden biliyordun?" dedi.

-"Abimin çocuğuydu, çocuğun annesiyle boşandı abim. Ara sıra İstanbul'a çocuğu görmeye geliyordu. Annesi Gayrettepe'de bir yerde çalışıyor, çocuğu evde bırakıyordu. Komşular seslenince koştum, karşı pencereden içeri geçmeye çalıştım ama geçemedim. Çocuğa seslendim ama içeride yanıyordu çocuk. Ve tepki vermiyordu." dedi.

-"Peki yaprağı o mu yaktı ki?" dedi Cemil.

-"Cemil, yaprağına başlatma. Ev yandı, demek ki yaprak da içerideydi, o da yandı. Gözün aydın, al, ilk ulaştığın çaresiz insana bak! Git bak, ambulansa koydular. Öldü Cemil, öldü! Biz yetişmesek daha iyi değil mi artık?"


Salih, Refik'in koluna girdi ve onunla yürüdü. Bir adım arkalarından yürüyen Cemil olayın şokunu üzerinden atmak bi' yanda dursun, yine yaprağın akıbetini düşündü. Yaprağın sahibi çocuğun annesiydi diye düşündü. Peki ona yaprağı ulaştıran kimdi? Ama bunu bilmesi sırrına ihanet etmesi olacaktı. Ellerini cebine koyup gözüne çocuğun cesedi yansırken Refik ve Salih'in peşinden yürüdü.


Refik'i evine kadar götürüp kapıda uğurladılar. Yaşadığı şoku ve üzüntüyü atlatması kolay olmayacaktı. Bir giriş katta tek başına yaşayan Refik, anahtarıyla kapısını açıp girdikten sonra, kafasını görüşürüz dercesine bir kere salladıktan sonra kapıyı kapattı. Salonda kanepenin üzerine yüzüstü yatıp daha şiddetli ağlamaya başadı.


Cemil ve Salih sokağın içinden yürüyüp bir yandan yangını konuştular. Refik için yarına kadar ağlar, sonra toparlar düşüncesinde sabit kaldılar. Cemil, Salih'e

-"Bizim bi' Murat vardı hatırlıyor musun?" diye sordu.

-"Mahalleden, şu fırının üstünde oturan Murat'ı mı diyorsun?"

-"Evet, nerede o şimdi, iki yıl oldu görmüyorum." dedi Cemil.

-"Akşamları Taksim'de bir yerde canlı müzik yapıyor." dedi.

-"Akşam uğrayalım mı onun yanına?" dedi Cemil.

-"Olur akşam gideriz, bi' yemek yiyelim, acıktım." dedi Salih ve caddeye doğru yürüdüler.


...


Akşam Murat'ın çaldığı kafeye gittiler ve çok durmadan sahne arasında Murat ile sohbet eden Cemil, ona bir yaprak verdi.

-"Kardeşim bu yaprağı ciddiye al ve çok sevdiğin birine ver. Çaresiz kaldığında bu yaprağı yaksın." dedi.

-"Abi bu ne, böyle inanış mı kaldı?" deyip güldü.

-"Dediğimi yapar mısın Murat, sevdiğin birine ver ve söyle işte." dedi biraz daha ciddiyetle.

Murat, Cemil'in cidden böyle bir olaya inandığını anlayıp onu ciddiye alarak:

-"Tamam be Cemil, seni mi kıracağım." diyerek aldı yaprağı.


Cemil çıkar çıkmaz yanında gitar çalan arkadaşı Ali'ye:

-"Ali al şu yaprağı, çaresiz kalırsan yakarsın." dedi.

Ali bir an gülümseyerek yaprağı aldıktan sonra:

-"Ne o abi, Simurg mu gelecek yaprağı yakınca?" dedi ve aldığı yaprağı gitar çantasına koyduktan sonra:

-"Severim böyle şeyleri, zora düşersem yakarım artık." dedi.


Cemil'in aklı yanan evdeydi. İçinden sürekli oraya gidip çocuğun annesiyle konuşmak gerekiyordu. Bir yandan sırrına karşı ihanet olduğunu düşünürken bir yandan artık bir şeyleri bilmek, çözmek istiyordu. Ama durmalıydı, sırra erişmek isterken sırrın onu nasıl karşılayacağını da bilmiyordu. O yaprağı mesela, o çocuk yakmış olsaydı ona yetişememenin verdiği acıyı kaldırabilecek miydi? Yahut Cemil'in yaprağı yakanın kim olduğunu bir türlü bulamaması daha mı büyük acıydı?Düşündü. Bir sonuca varamadı ve Salih ile beraber mahallenin yolunu tuttu.


Murat, her şeye kayıtsız... Az önce Cemil'in geldiğini bile unutmuş, sahnesine hazırlanıyordu.


Ali, yaprağı çantaya koyduğu andaki kadar rahat değildi. Ne yapsa aklı çantadaki yaprağa gidiyordu. En sevdiklerini düşündü, sevdiklerini de düşündü. Ciddiye alan insan için zordu. Sahi bir insanın sevdiği, yahut en sevdiği insan kim olabilirdi ki?