İnsan insana iyi gelmeye çalışırdı. Ama en çok yara veren yine insandı. Yaşamın serpilişinden çöküşüne dek. Her söz gizli birer hançerdi, bilmezdik. Bilirdik de göz ardı etmek isterdik. Öyle olsa gerek; birinin görünüşü, çabaları, fikirleri ile alay ettikten sonra memnun olmasını beklemek aptallık olmaz mıydı? İyi hissettirmek bir gülüş kadar yakın ise can yakmaya neden bu kadar yatkındık. Ruhlarımız eşsiz yaratılmış iken birbirimizle aynı olma çabamız gülünçtü. Tek tip insanlığa özendirilmeye alıştık. Dışarıda öyle çok eleştirildik ki kendi iç savaşlarımızdan galip çıktıkça daha derin darbeler aldık. İnsanlara saygı duymayı savunurken bile kendi benliğimizi acımasızca eleştirmekten geri kalmadık. Her aynaya bakışımızda yeni moda insanlığa özendik ama güzelliğimiz farklılıklarımızdaydı, anlamadık. Küçük çocukken bile görünüşümüz kadar değer gördük. Kendimizi keşfetmeye başlamadan yargılanmaya adımladık. En büyük hassasiyetlerimiz o yaşlarda oluştu. Bunu, söylenen hiçbir sözün zihnimin duvarlarından silinmediğinde anladım. İlkokula başlamadan önce, çocuklardan şiddet görmekten korkardım. Büyüdükçe anladım ki, o şiddet fiziksel değilmiş. Sadece çocuklardan ibaret de değilmiş. Bazen en yakınlarımız bile sözlerinin altındaki etkilerden bihaberdi. Demem o ki; alelade söyledikleri şeyler gönlümüze yara oluyor, fark etmiyorlar.