Uyarı: Okuyacağınız öyküde tetikleyici unsurlar bulunabilir.


Grand Hotel'in 7. katında, sarı ışıklı koridorun sağa dönen köşesinde bekliyorum. Beklerken de silahıma susturucumu takıyorum. Kafamı çevirip koridorun sonundaki kahverengi kapıya bakıyorum. Kapıda bekleyen takım elbiseli iki adam... İçeride kaç tane olduğunu kestiremiyorum. Üç? Dört? Muhtemelen daha fazla değildir. Otele gelene kadar belki elli kere kontrol ettiğim şarjörü bir daha kontrol ediyorum. Kamera beni gördü. Ama kontrol ediliyor mu? Sanmıyorum. Risk alıp silahı 15 dakikadır bayrak sallar gibi elimde tutuyorum. Şimdiye fark edip gelmiş olmaları lazımdı. Adamları kendime çekmeliyim. En azından birini. Onu rahat halletmeliyim ki kapıda işim daha kolay olsun. Bulunduğum koridora bakıyorum. Temizlikçi geliyor. Silahı saklıyorum. Görmediğinden emin oluyorum. Ona doğru gidiyorum. Temizlik arabasına tekme savuruyorum. Gürültüyle yere düşüyor. Temizlikçi kadın korkuyor. Silahı gösteriyorum. Bağırmaya başlıyor. Yeteri kadar gürültü oluştu. Koridorun sonuna gidip öbür koridoru kontrol ediyorum. Bana doğru koşarak gelen bir koruma... Güzel... Koridoru döndüğü an boğazına yapışıyorum. Silahı karnına dayıyorum. İki kurşun. Temizlikçi kadın bağırarak kaçıyor. Adamı yavaşça yere bırakıyorum. Koridorun köşesinden kapıdaki diğer adamın arkasına bakarak geldiğini görüyorum. Çoktan telsize yapışmıştır. Kendimi göstermenin zamanı geldi. Koridora çıkıp silahımı adama doğrultuyorum. Tam silahını çıkarıp telsize bağıracakken iki kurşun. Duvardan kayarak yere düşüyor. İçeride telsizi dinleyen birileri vardır. Anlamıştır. Kahverengi kapıya doğru koşuyorum. Kapıya biri çıkıyor. İndiriyorum. Kapıya tekme atıp açıyorum. İçeride üç adam ve masada da hedefim var. Doğru tahmin. Biri hedefimin yanında. Diğer ikisi de masanın karşısındaki koltuklardalar. Hedefimin yanındaki, hedefi korumak zorunda. Diğer ikisi silahlarını çıkararak koltuklardan kalkıyorlar. Birini indiriyorum. Bana doğru gelen diğerinin karnına vurup onu kendime doğru çekiyorum. Hedefin yanındaki ateş ediyor. Kendime siper aldığım adam vuruluyor. Yere atıyorum ve ateş ediyorum. Tam on ikiden. Kafasından kanlar akarak masanın arkasında kayboluyor. Hedef korkmuş bir vaziyette.

 "Hoşça kalın, sayın elçi."

Tek atış. Havalı konuşmalara gerek yok. Bu yeterli. Ne için geldiğimi o biliyor zaten. Biliyorum, siz de merak ettiniz ama söyleyemem. Gizli...


Temizlik personeli önlüğünü yere atarak arka kapıdan çıkıyorum. Bitti. Şimdi diğer hedefi bekleme zamanı.

Evet, anlayacağınız üzere ben bir kiralık katilim. Öyle kendisini aldatan kocasını öldürtmek için tutulan türden değil. Ben şirketler tarafından tutulurum. Bazen de devletler... Bizim gerçek olduğumuza inanmayan çok fazla insan var. Gerçeğiz. Ajan 47 öylece ortaya mı çıktı sanıyorsunuz? Bir keresinde otelin birinde benim yanımdaki odada kalıyordu. Benim işim bu. Birilerinin hoşuna gitmeyen bir şeyler yapan kişileri öldürüyorum. Karşılığında da yüklü miktarda para alıyorum. İş ne kadar tehlikeliyse para da o kadar yüklü. Klasik. Hollywood çoktan bunu ifşa etti zaten. Futbolcularda veya oyuncularda olduğu gibi menajerim de var. Benim için işleri o kabul ediyor. Bilgileri bana gönderiyor. Ben de işi hallediyorum. Bu kadar basit... Ama bu kadar basit hale gelebilmesi için çok çaba sarf ettim.


Ertesi gün öğle saatlerinde şehir merkezindeki bir kafenin önüne Porsche'mi park ediyorum. 718 Boxter S. Mekana girerken giyindiğim siyah takım elbise, kısa kesilmiş sola taralı kumral saç, tıraşlı yüz ve Orient marka kol saatimle mekandaki herkesin dikkatini çekmeyi başarıyorum. Kadınların dibi düşüyor. Muhtemelen köşedeki masada oturup yeni eşitlik yazılarını yazıyor olduğu bilgisayarına gömülürken kafasını çevirip bana bakan feminist gazeteci bayanın da. Gazetedeki köşesini okuyorum. Bir masaya oturuyorum. Karşımdaki masalardan birkaç kadın bana bakıyor. Sıkıcı ortamlarında bir kurtuluş gördüler. Gülümsüyorum. Sonra Elif kapıdan giriyor. Kız arkadaşım. Üstünde pembe çiçek desenli beyaz bir elbise var. Siyah saçları güzelce taranmış, makyaj yok. Makyaj yapmamasını özellikle istiyorum. Sadelik ona daha çok yakışıyor. Beni arıyor. Buldu. Gülümsüyor. Ağır ağır yanıma geliyor. Karşıma oturuyor. Anında mekandaki diğer kadınların suratları asılıyor. Bebeğim, ben senin için bir ödülüm. Şu kadınların değil de senin yanında oturan bir ödül, diye geçiriyorum içimden. Gülerek bana bakıyor.

— Yine şıksınız beyefendi.

— Her zamanki halim.

— Ah, doğru ya sen yatağa bile takımla giriyorsun.

Yalan değil. Yapmışlığım var.


Garson menüyü getiriyor. Menüyü açıyor. Kafasını hafifçe eğip bir eliyle boynunu ovarak menüye bakıyor. Ah, bu hareketine bayılıyorum. Çok tatlı. Onu seviyorum. Bakın, yanlış anlaşılmasın. Onu seviyorum, ama ona aşık değilim. Sevgi ve aşk başka şeyler. Şu an karşımda oturan kadını bir yerde görüp de sırılsıklam aşık olmadım. Bir gece bir kafede otururken tesadüfen karşılaştık, tanıştık ve flörtleştik. Uzun bir süredir de beraber yaşıyoruz. Tıpkı diğer kız arkadaşlarımla olduğu gibi.


Tabii. Soracaksınız şimdi iyi de bir kiralık katilin ilişki yaşaması tehlikeli değil mi? Değil. Yani eskiden tehlikeliydi. Dedim ya, şu an olduğum konuma gelebilmek için çok çaba sarf ettim. Elif beni bir şirkette adını ezberleyemediği bir departmanda yine adını ezberleyemediği bir konumda biliyor. Bol para kazandıran bir bölüm. Esnek saatler falan filan. Bana bunların hepsini işini yaptığım kıdemli bir beyefendi sağladı. Onun sayesinde kafam şu an rahat. Ha sonra işim gereği kendisini öldürmem gerekti. Ama ne yaparsın işte, iş.


Elif'le sohbet muhabbet ediyoruz. Telefonu çalıyor. Bakmıyor. Gülüşü içimi ısıtıyor. Telefonu yine çalıyor. Yine bakmıyor. Konuşurken gözlerinin içi gülüyor. Yine çalıyor. Şirketinin dikeceği binadan konuşuyor. Bakmıyor. Havaların soğumaya başlamasından yakınıyor. Art arda gelen mesaj sesleri duyuluyor. Kışlıkları kat kat giyinmenin kendisini bunalttığından yakınıyor. Rahatsız olduğumun farkına varıyor. Beni soruyor. O arada da telefonunu çıkartıyor. Ben iş yeriyle ilgili kafadan bir şeyler uyduruyorum. Telefonundaki mesajlara bakarken benim görmediğimden emin oluyor. Ama benim yanımda bakıyor olduğu için rahatsız. Mesajları okurken göz ucuyla da bana bakıyor. Kısa bir cevap yazıyor. Yine bana bakıyor. Mesajı gönderiyor. Telefonu kapatıyor. Bana gülümseyerek telefonu ters çevirip masaya koyuyor. Gülümsüyor.

"Şirketten arıyorlar. Bu aralar yeni bina işiyle bayağı yoğunuz. Kıymetimi bil. Kaç işin arasında seni görmeden edemiyorum."

Gülüyoruz.

Telefonu masaya ters çevirip koydu.

Bu midemi bulandırıyor. Randevulaşmaya başladığımızdan günden itibaren şu zamana kadar bir buçuk yıl geçti ve hiç ama hiç böyle huzursuz davranmadı ve telefonunu masaya o şekilde koymadı. Aklıma önce onu birinin rahatsız edip etmediği geliyor. Sanmıyorum. Etrafındaki insanları tanıyorum. Aklıma başka bir ihtimal geliyor. Başka biri var. Başım dönüyor. Bunu daha önce hiç yaşamadım. Aklımdan "Yapmasını için sebep yok ki." diye geçiriyorum. Sebep yok... Var mı?

Sohbete devam ediyoruz. Biraz sonra da kalkıyoruz. "Arabayla bırakayım mı?" diye soruyorum. "Yok," diyor. "şirkete geçeceğim." Şirketi buraya yakın. Dudağıma bir öpücük kondurup gidiyor.

 

Ama ben yerimde duramıyorum. Kafam karışık. Onu çaktırmadan takip ediyorum. Gerçekten şirkete gittiğinden emin oluyorum. Başka bir şey olmadığı için rahatlıyorum. Ama bu kadarı yeterli değil. Akşam eve gidiyorum. Kapıyı açıp içeri girerken birden apar topar telefonunu masaya koyduğunu görüyorum. Ama fark etmemiş gibi içeri giriyorum. Telefonu sehpada ters çevrili duruyor. İçeri giriyorum. Gülümsüyor. Nasılsın, falan diye soruyorum. Pijamasını giyinmiş Bojack Horseman izliyor. Yatak odasına gidip üstümü değiştiriyorum. Gelip yanına oturuyorum. Göz ucuyla bana bakıyor. Öğlenki gerginliği devam ediyor. Sonra kalkıyor.

"Tuvalete gidiyorum."

Sehpadan telefonunu alıyor. Tuvalete telefonla gitmek mi? Evet, bu gayet normal bir şey ama bu onun bir buçuk yıllık ilişkimizde ilk defa yaptığı bir şey. Hayır hayır. Bir şeyler sakladığını bu kadar belli etme. Tuvalette epey uzun bir süre kaldıktan sonra gelip dizisine devam ediyor.


"Biraz meyve suyu getireceğim." deyip mutfağa gidiyorum. İki bardak portakal suyu getiriyorum. İçiyor. Biraz sonra uykuya dalıyor. Üstünü örtüp telefonunu alıyorum. Evet, meyve suyuna uyku ilacı attım. Gizli gizli kurcalamak tarzım değil. Şifre var. Telefon şifresini biliyordum. Ancak değiştirmiş. Tahmin ettim. Neyse ki parmak izi var. İşaret parmağını telefonun arkasındaki bölüme yerleştirip telefonu açıyorum. Mesajlara bakıyorum. SMS kutusunda kız isimlerinin arasında Ahmet diye birini buluyorum. Bir sürü mesaj. Aşkımlar, canımlar, cicimler. Benden de bahsetmiş. Korkularından, anlayacağımdan filan. Sosyal medya hesaplarına bakıyorum. En başta bir erkek hesabı var. Aynı adam. Konuşmalara bakıyorum. SMS'lerdeki gibi.


Elif beni aldatıyor. O an öfkeden çıldırmak üzereyim. Başım dönüyor. Ne yapacağımı şaşırıyorum. Telefonu elimden yere düşürüyorum. "Aldatılan biri ne yapar ki?" diye düşünüyorum. Elif'e bakıyorum. Sinirliyim. Bana bunu neden yaptığını düşünüyorum. Adamın Instagram fotoğraflarına bakıyorum. Salağın birine benziyor. Öfkeyle adamın ismini sekreterime gönderiyorum. Uluslararası ağlarla çalışan bir şirkette sıradan birinin ismi rahatlıkla bulunabilir. Sekreterim mesaj atıyor. "Biraz bekleteceğim." Telefonunu kapatıp masanın üstüne koyuyorum. Saçlarımı yolarak odada geziniyorum. Mutfağa gidiyorum. Amaçsızca dolabı açıp kapatıyorum. Balkona çıkıyorum. Hava serin. O sırada mesaj geliyor. Sekreterim bir pdf dosya göndermiş. Adamın ev adresi, işi, ofis telefonu, aile bilgileri, her şeyi var.


Adam müzisyen. Geceleri bir barda çıkıyor. Albüm yapmaya çalışıyor. Yani kendine ancak yetiyor. Yani benimle kıyaslanamayacak biri! Ceketimi aldığım gibi çıkıyorum. Arabamı adamın evinin karşısına park ediyorum. Dairenin ışıkları yanıyor. Güzel. Evde. Onu nasıl öldürebileceğimi planlamaya başlıyorum. Tek temiz kurşun. Sonra da Temizlikçi'yi ara. Yok hayır. Hemen öldürme. Önce ona Elif'le olan ilişkisini bildiğini söyle. Gözleri korkuyla açılırken boğazına yapış. Sonra da Temizlikçi'yi ara. Temzilikçi benim gibi birçok kiralık katile çalışan biri. Biz öldürdükten sonra gelip cesetleri kaldırıyor. Birini arkasında iz bırakmayacak şekilde yok ediyor. Şimdi ben bu adamı öldürsem ne Elif ne de başka biri bulabilir. Benim öldürdüğümü de hiç kimse bilemez. Hatta öldürüldüğünü bile. Elif. Sonra da aklıma Elif takılıyor. Elif'i de öldürmeli miyim? Sonuçta beni aldattı! Onu da aynı şekilde ortadan kaldırırsam kimse benden şüphelenemez. Birkaç hafta yaralı sevgili rolü. Sonra da eskisi gibi devam. Hızla arabadan iniyorum. Apartmana giriyorum. Adam beşinci katta oturuyor. Asansörü çağırıyorum. Beşe basıyorum. Öfkeden başka hiçbir şeye odaklanamıyorum. Aynada kendime bakıyorum. Daha önce hiç bu kadar öfkelendim mi? Bilmiyorum. Asansörden iniyorum. Kapı ziline basıyorum. Dong! Dong! Kapı açılıyor. Uzun boylu, yapılı, siyah saçlı, tıraşlı bir adam açıyor.

— Buyurun, kimsiniz?

Öfkeyle boğazına yapışıyorum. Bir yandan da bağırıyorum. Gözleri açılıyor. Tepki bile veremeden kapının karşısındaki duvara yapıştırıyorum. Sonra tişörtünden tutup salonun ortasındaki sehpaya atıyorum. Üstüne düşmesiyle sehpa kırılıyor. Sehpanın üstündeki camlar sırtına batıyor. Kanlar geliyor.

— N-Neden bunu yapıyorsun?

— Elif! Sevgilimle yatıyorsun şerefsiz!

Gözleri fal taşı gibi açılıyor.

— B-Ben...

— Sus! Beni kandırdınız! Ben onun beni sevdiğini düşünürken siz ikiniz... Siz...

Silahımı alıp kafasına dayıyorum.

— Hayır! L-Lütfen, hayır!

Bam!


Evden çıkıyorum. Arabaya binmeden önce adresi Temzilkiçi'ye mesaj atıyorum. Beni kandırdılar... Birinin cezası verildi. Sıra diğerinde... Elif... Arabayla eve doğru giderken Elif'i düşünüyorum. Mutlu anlarımızı. Beni aldatma nedenlerini. Acaba ona ne yaptım da beni böyle cezalandırdı? Çünkü bu bir ceza. Bir erkek veya bir kadın için... Güvenip bir araya geldiğiniz ve mutlu anılar biriktirdiğiniz birinin size bunu yapması... Günlerce kandırması... Bir yalancı çıkması... Onlarca kez adam öldürmüş biri olarak söylüyorum, bu öldürmekten de beter. Ölüm bir sonken aldatılmak unutulmayacak bir acı gibi... Ömür boyu taşıyacağın bir acı... Şimdi bile her şeye olan güvenimi yitiriyorum. Eve geliyorum. Asansöre binmiyorum. Son saniyelerinin tadını çıkarmasını istiyorum. Ağır ağır merdivenleri çıkıyorum. Kapıyı açıyorum. Hâlâ uyuyor. İlacın etkisinde. Bu daha iyi. Acısız bir ölüm. Silahı kafasına dayıyorum. Her hücremde hissettiğim bir öfkeyle tetiği çekiyorum.

Bam!

...

..

.

Donggggg!

Asansörün açılma sesiyle kendime geliyorum. Kapının önündeyim. Zili çalıyorum. Kafam karışık. Ne yapıyorum ben? Kapı açılıyor. Fotoğraflardaki adam tam önümde. Elif'in beni aldattığı adam.

— Buyurun, kimsiniz?

— P-Pardon, yanlış çaldım.

— Ah, yardımcı olayım. Kimi arıyordunuz?

— Teşekkür ederim. Kendim bulurum.

— Tamam o zaman. İyi akşamlar.

Kapı kapanıyor. Asansöre biniyorum.

***


Eve geldiğimde saat sabahın yedisi. Elif kapı sesine uyanıyor. Uykulu gözlerle bana bakıyor, esniyor. Bitkin halime bakıyor.

— Nereden geliyorsun? Uyumadın mı?

 Gözlerimi ovuşturuyorum.

— Elif...

— Efendim? Ne oldu?

— Ben ayrılmak istiyorum.

— Ne?

 Ayağa kalkıyor. Şaşkın.

— Eşyalarını topla. Seni artık bu evde istemiyorum.

— N-Ne oldu? Neden?

— Şu an konuşamam. Uyumam lazım. Ofise gideceğim.

 Kapıya yöneliyorum. Arkamdan koşuyor.

— Ne yapıyorsun sen?! Bu da ne şimdi böyle?! Gel buraya!

Kapıyı çarpıp çıkıyorum. Arabaya binip ofise gidiyorum. Koltuğa uzanıyorum. Gün başlarken derin bir uykuya dalıyorum.