Ve yaratıcı önündeki boş tuvale baktı, sonra paletine ihtiyacı olan tüm renklerden birer parça koydu. 

Uzun saplı fırçasını aldığında artık aklındakileri ilmek ilmek işlemeye hazırdı.

Önce mavinin ve yeşilin tüm tonlarını taşıyan ancak içinde bembeyaz köpüklerin de olacağı, bazen şiddetinden gazabından saklanacak yer bulunmayacak bazen de dinginliği ve sonsuzluğu ile huzura kavuşulacak koskocaman bir deniz çizdi.

İçine hâlâ keşfedilmemiş güzellikler, sonsuz yaşam ve çeşitliliği eklemeyi unutmadı.

Sonra bu uçsuz bucaksız denizle kesişen, birleşen, öpüşen ve mavilikleri bol bir gökyüzü ekledi.

Üzerine zaman zaman öfkesinde yakıp yıkan, tüm hiddeti ile yağmurunu hesapsızca bırakan, ama bıktırmadan zaman zaman pamuk pamuk kümeleri, bazen de gün batımlarının binbir rengine boyanacak bulutlar çizdi.

Bulutlara meltemi, lodos ve poyrazı üflesinler diye şekil verdi.

Derken güneş geldi aklına. O güzelim pofidik bulutlar arasından bir başrol sanatçısı gibi başını uzatmasını, tüm bu güzellikleri sıcacık ısıtması, denize buluta tarifsiz ışıltılar renkler katması için özenle çizdi tuvale.

Sonsuz mavililere martıları koymayı da unutmadı.

Masmavi gökyüzünde bulutlarla saklambaç oynayıp özgürce çırptıkları beyaz geniş kanatlarını, arada dinlenmek için denizin muhteşem renkleri üzerine konup sonra tiz çığlıkları ile mavilikleri delmeleri için çizdi onları da. 

Sonra da insanoğlunu ekledi tuvaline, yaratıcının elinin dokunduğu bu eşsiz, bu sonsuz, bu tarifsiz güzelliğe bakıp şükredecek olan insanları çizdi…

Sonra baktı, çizdiği tablo muhteşem olmuş, büyük bir ahenkle birbirine uymuştu,

sadece insan işte; son yaptığı dokunuş

büyük bir pişmanlık olarak kalacaktı…