Yaratılan... Çağan Irmak'ın yapımlarını çok beğenen biri olarak bunu da çok beğendim. Ancak sanki bazı noktalarıyla Ulak filmini çağrıştırdı bana bazı replikleriyle. Bu kıyam meselesine kafayı biraz takmış bir yönetmenimiz ancak işlediği tema çok güzel.


Yaratılan dizisi 20 Ekim'de Netflix'de gösterime girdi. Oyuncular arasında başrol olarak Taner Ölmez ve Erkan Kolçak Köstendil dikkat çekiyor.


Şimdi dizinin biraz analinizi yapayım size analiz severler toplanın.

Tıbbın normalde yaşatma üzerine kurulu olduğu bir gerçek. Bu dizide de aslında yaşatmanın da ötesinde tamamen ölümsüzlüğü arzulayan ancak bunun sadece yaratana özgü olduğu gerçeğini gözden kaçıran iki kişi var.


Biri bu konuda daha hırslı tanrı kompleksi taşıyor adı Ziya. Diğeri ise hem bilinmeyene yoğun arzu duyuyor hem de daha güvenli şekilde bilinmeyeni keşfetmeye çalışıyor. Aslında İhsan etik taraftayken Ziya bilimin etik dışı çizgisinde ilerliyor.


Şimdi biraz spoiler olacak; gidişatı çok anlatmadan yorumumu eklemek istiyorum. En sonunda Ziya yarattığının, kendi varlığının, gücünün, idrakinin ötesinde onu aşan 'bir gerçekliğe' dönüştüğünü fark ediyor ve kendi eserinden kaçıyor. Modern bilim de biraz böyledir aslında.


Günümüzde insanlar kendi yarattıkları makinelerden, yapay zekalardan, teknolojilerden korkar hale gelmiştir, diziyi izlerken hep bunu düşündüm. İnsan en çok kendi yarattığı gerçeklikten korkar bence. Bazen bilmek acının ve yıkımın kendisi olur.


Dizideki bazı replikler insanı gerçekten bilinç düzeyinde büyük farkındalıklara teşvik ediyor. Mesela İhsana soruyorlar nereye gidersin o da ''hiçten gelip hiçe giderim diyor''. Yani kaybedecek bir şeyi olmayan ve bu dünyaya ait olmayan birisi o artık.


İhsan, dervişler gibi bu dünyaya artık farklı bir gözle bakıyor. Çünkü geldiği yer insanların akıllarının ermeyeceği bir noktada. İnsan gittiği her yeri cehenneme çeviriyor ve bunu dizide dile de getiriyor. ''Gittiğim her yere ölümler götürdüm''.


Çünkü doğal akışın düzenini bozan, olacak olanlara karışan bir zelzele gibi geliyor o dünyaya artık. Ziya ise en sonunda yarattığı şey ile kendi kendini yok eden bir pişmanlıkla, insan denen varlığın kibrinin getirdiği zararların idrakine vararak şöyle diyor:


''Belki de her şeyin altında boktan bir mana aradık. Belki de biz yanıldık, her şey bu kadar kolaydı.''


Sonuç olarak aslında yaşam bize çok karmaşık gelse de kendi içinde basit ve belirli bir düzeni var. Biz ''yarattığımız'' anlamların istilasına uğrayarak kendi hayatlarımızı cehenneme çevirebilecek kadar hem güçlü hem de onun (rab) karşısında aciz varlıklarız. Onun sınırına müdahale edersek kendi sonumuzu kendimiz getirebiliriz.


Astrolojiyle ilgilenenler var ise aramızda yorumlarımın sonunu bir de şöyle bağlamak isterim. Mesela ben izlerken hep Plütonu andım. Bilmeyenler için söyleyeyim, Plüton, astrolojide sembolik manada ölüm, yer altı, Hades (Yunan mitolojisinde ölüm tanrısı-ölüme hükmeden tanrı), yıkıcılık, baskıcı güç gibi anlamlar taşıyor. Karakterlerin sürekli ölüm ötesiyle, ölümle, yeniden dirilmekle, ölüm-yaşam arasındaki o geçişe yönelik yoğun arzular, tutkular duymakla çok fazla meşgul olmaları bana Plütonu andırdı.


Plütonun aşırılıkları aslında karakterlerimize bu dünyada cehennemi yaşattı. Onlar çünkü Plütonun karanlık tarafına geçmeyi seçtiler. Tıbbı, bilimi kendi güç zehirlenmelerine alet ederek ölümle ve yaşamla oyun oynamaya çatıştılar.


Bu yüzden karakterlerimiz ölüme yakın deneyimler yaşadılar ve çevrelerinde dokundukları tüm hayatları da kendi yıkıcı etkileriyle paramparça ettiler.