İlk defa Japon Edebiyatı okudum geçenlerde. Kitabın dehşet etkileyiciliğinden ziyade, yazar ile yarattığı karakter arasındaki benzerlik dikkatimi çekti, öz yaşam öyküsü okumayı seviyorum sanırım ben. Esere direkt “otobiyografik roman” diyemeyiz fakat büyük ölçüde benziyor yazar yarattığı karaktere.


Osamu Dazai 39 yaşında intihar ederek öldü. Veremli, asabi, inatçı, bağımlı kişiliği onu birçok kez intihara sürükledi. Hayatı bir bunalımlar silsilesiydi. Yaşamak gibi ölmeyi de hak saydığından hayatına kendi isteğiyle, bir nehre atlayarak son verdi.


Edebiyat okurken belki de ilk öğrendiğimiz şey, yazarın hayatının yapıtından bağımsız olmadığıydı. Hatta belki de olamayacağıydı. Osamu Dazai’nin “İnsanlığımı Yitirirken” adlı romanı da bize bu varsayımın bir örneğini sunuyor. Yozo karakterini baş köşeye koyup “Alın bunlar benim düşüncelerim, alın bu da benim hayatım!” demek istiyor belki de.

Yozo, yaşamının utançlarla dolu olduğunu söyleyerek başlıyor anılarını anlatmaya, insan yaşamının ne olduğunu bilmediğini ekliyor, “açlık” olgusunu hayatı boyunca hiç tatmadığını söylüyor. Kitap daha en baştan Yozo karakterinin tuhaflığına örnek olabilecek durumlar çıkarıyor karşısına okurun.


“Kendiminkiyle toplumdaki diğer insanların mutluluk anlayışının tamamen farklı olabileceği endişesi, bu endişeyle geçirdiğim geceler, yattığım yerde dönüp durmama, kıvranmama, çıldıracak raddeye gelmeme bile neden olmuştu.” diyor Yozo. Bu satırlarda, toplumla kendini bağdaştıramayan insanın çektiği acı çaresizliği görüyoruz. Yozo, kendini sanki cehennemdeymiş gibi hissettiğini söylüyor sık sık. Hiçbir yere ait olamayışının zorluğunu anlatıyor. Yaptığını söylediği şaklabanlıkları, insanların yaşadıklarını hissetmemesi için yapıyor, rezil olmaktan hiç çekinmiyor.


İlk defa, ölebileceğini, isterse yapabileceğini yanında kız arkadaşı varken içtikleri sütün parasını ödeyemeyince düşünüyor. “O ana kadar tatmadığım bir eziklik duygusuydu. Yüküyle yaşayamayacağım bir eziklik duygusu.” O gece, denize atlıyorlar ilk aşkıyla. Kadın ölüyor, Yozo kurtuluyor. Bundan sonra intiharlar yakasını bırakmıyor Yozo’nun.


Hayali ressam olmakken amatör bir dergide çizer oluyor zamanla ve kısıtlı da olsa içki parasını çıkarabileceği bir işe girdiği için mutlu. Şizuko’nun evine taşındığında her şeyin düzelebileceğine dair bir ümit yeşeriyor içinde fakat umudun Yozo’nun yaşamında kısa bir egemenliği oluyor. Her gün, her yerde içmeye başlıyor, içkinin dozunu ayarlayamıyor. Dışarıda kalıyor, saldırgan davranışlar sergiliyor, önüne gelen kadını öpüyor. İçki parasına sıkıştığında yanında kaldığı Şizuko’nun bile kıyafetlerine satacak kadar aciz bir duruma geliyor. Dışarıda kaldığı iki akşamdan sonra eve döndüğünde Şizuko ve kızı Şigeko’nun konuşmalarını dinledikten sonra bir daha onların yanına gitmemeye karar veriyor.


Mutluydu o insanlar, kendi mutsuzluğuyla onları da zehirlemeye hakkı yoktu. Böylece hayatından çok sevdiği iki insanı daha ağırlıyor. Daha sonra bir barın ikinci katında kalmaya başlıyor. İçkiyi bırakmasını isteyen Yoşiko adlı kızla evleniyor. Onunla çok mutlu olmamakla beraber, onu tam bir güven abidesi diye niteliyor. “Saçlarım o gece ağarmaya başladı, her şeye karşı güvenimi kaybettim, insanlardan sonsuza dek kuşkulanmaya başladım. Dünyevi ümitlerimi, sevinçlerimi ve beklentilerimi sonsuza dek yitirdim.” dediği olayda karısı tecavüze uğruyor, Yozo bir daha düzelemiyor, Yoşiko o günden sonra kendine gelemiyor. Aralarındaki ilişki iyice kopuyor. Yozo kendini iyice alkole veriyor, sabahtan başlayarak akşama kadar içiyor. Bir gece sarhoş eve döndüğünde ilaçlarla intihar ediyor, üç gün hastanede yatıyor. Ölmüyor.


Kan kusmaya başladığı zamandan kısa bir süre sonra eczaneye gidiyor ilaç almak için ve morfinle tanışıyor. Önceleri rahatlatırken onu morfin, artık onsuz yaşayamaz kıvama geliyor. Bağımlı oluyor. Halüsinasyonlar, mutsuzluklar, şırıngalar hayatının vazgeçilmez bir parçası oluyor. İnsanlığını yitiriyor, artık bir insan olmuyor.

Yozo karakterini tekrar intihar edecek diye beklerken ilerleyen sayfalarda, dostlarının yardımıyla bir klinikte tedavi olduğunu görüyoruz. Yozo ölmüyor; ne mutlu ne mutsuz olduğunu söylüyor bize kitabın son sayfalarında: “Sadece her şey geçip gidiyor.”


Yarattığı bu hastalıklı karakteri Dazai’nin kişiliğinde aramak yerinde olacaktır. Çünkü yazarın hayatı da tam bir intiharlar girişimidir. Yazar dört kere intihara teşebbüs etmiş, beşincisinde ise hayatını kaybetmiştir.

Herkesin karşısında saygıyla eğildiği, kalabalık ve refah bir ailede dünyaya gelir Dazai fakat yine de mutsuzdur. Yarattığı Yozo karakteri gibi kendini komik durumlara düşürmeye meyilli bir kişiliği vardır. Ciddi ortamlarda bile şaklabanlığını en uç sınırlara dayandırır, böylelikle içinde yaşadığı karmaşık, çapraşık, üstelik kendisinin de anlayamadığı duygu durumlarını karşısındakine hissettirmemeye çalışırdı. Ondan beklenen, ailedeki diğer üyeler gibi siyasetle ilgilenmesiydi fakat o edebiyata gönül verdi. Komünist Parti’ye üye olmasıyla evlatlıktan reddedilen Dazai’nin ilk yıkımları da böylece başlamış oldu.


İlk intihar girişimi, aldığı hapların dozunun yeterli olmamasından dolayı başarıya ulaşmadı. Bir zaman sonra 19 yaşında, bir barda çalışan bir kızı ikna etti ve beraber intihar etmeye kalkıştılar. Yine arkadaşının ölüp Yozo’nun kurtarıldığı gibi, Dazai de bir balıkçı teknesi tarafından kurtarıldı.

Derken alkol bağımlılığı ve veremle savaşır, bu dönemlerde tekrar intiharı dener, başarılı olamaz. Tedavi amaçlı hastaneye yatar, tedavi olur; Oyama Hatsuyo ile intihara teşebbüs ederler ve yine başarısız olur. Ayrılırlar. Zamanla eski akciğer hastalığı nükseder, kan tükürür. İnsanlığımı Yitirirken’i yazar, öldüğü yıl olan 1948 yılında bitirir.


O sıralar yanına taşındığı Tomie Yamazaki ile evlerinin yakınındaki bir kanala atlayarak intihar ederler. Bu, Dazai’nin beşinci ve son intiharı olur. Dazai’nin intihar notunda “Doğmuş olduğum için beni affedin.” yazar.


Dazai, insanlara alışamamış bir yazar. Ömrü boyunca kendini hiçbir yere ait hissedememesinin sebebidir belki bu intiharların sebebi. İnsanlara ulaşmayı denese de bir şekilde onları anlayamamaktan muzdariptir. Toplum kavramına yabancıdır, bir nevi sözcüsü olan Yozo karakteri, İnsanlığımı Yitirirken’de toplum için şunları söyler: “Benim için ‘toplum’ dibini göremediğim, dehşetli bir yerdi.”


Kendini, en azından iki kişinin oluşturabileceği bir topluma bu kadar yabancı gören birinin intihara birileriyle yeltenmesi bana biraz tuhaf geldi. Dazai en azından her zaman yabancı değildi bence insanlara. Onlara inanmak istediği zamanlar oldu; kısa bir süre sonra ölme ihtimali olacağını bilse bile.


İnsanlığımı Yitirirken’de Yozo’yla beraber Dazai’nin de kaybettiği duygulara şahit olduk. Topluma uyum sağlayamamayı, insanlar arasında sıkışmış kalmayı, hayata dikiş tutturamamayı okuduk. Toplumla beraber yaşayıp toplumdan uzak kalınca -isteyerek olsun istemeyerek olsun- insan psikolojisinin geçirdiği tahribatı okuduk. İnsanın varoluş sancılarını, içe dönüklüğün burukluğunu okuduk.


Toplumun insan yaşamındaki yeri bu denli kıymetli midir? Onsuz yaşayamaz mıyız, insanın tekliği ve biricikliği de yaşaması için yeterli değil midir? İkinci bir kişi hayati bir önem mi taşır insan hayatında? Elbette bunlara söylenecek çok şey vardır ama bunlar da başka bir yazının konusu.