Kızıl siyah bulutlar (rahmetliye selam verelim) ama sevda yok bu hikayede maalesef. Takip edenlerin bildiği üzere (piç) şiiriminde sevdaya hayatta kendisinden daha önemli şeyler olduğunu belirtmiştim. Neyse efendim yazıma devam edeyim.

Kızıl siyah bulutlar tepemde aceleci hareketlerle ilerliyorlar ve saatlerine bakanlara oyunlar oynuyorlar şimdilerde, zatıaliniz ise yağmura kalmama telaşesinde durağa doğru seyir halindeyim.

Neden sonra bir araba, ağır ve hantal. Yol çizgilerine rahmet okutacak cinsten, aramızdaki mesafeyi ölümsüzleştirmeye yeminli olacak; yanımdan ardımdaki limana doğru uzanan yoldan tarafıma doğru gelmekte.

Issız bir yerde olduğumdan olacak istemsizce dikkat kesiliyorum araca, derken bir çocuk beliriveriyor benden taraftaki camda. Çocuğun yüzüne doğru bakayım derken gözgöze geliyoruz, içleri parlıyor gözlerinin. Elindeki balonu camdan dışarıya çıkarırken muazzam bir neşe var her hareketinde ve bu tablonun tüm gri tonlarını elindeki kırmızı balonun rengini nakşederek yok ediyor çocuk içindeki saf mutlulukla.

Her yer sımsıcak oluveriyor...


Tam anlamıyla bir fotoğraf sahnesinde hayat bulacak bir an yaşanıyor diye düşünürken, hoop balon çocuğun elleri arasından kayıp gidiyor. Tıpkı ellerimiz arasından kayıp giden senelerimiz gibi...

Ama yükselmiyor balon, içindeki tüm havayı atmosfere karışırtırırken aracın arkasında dairesel hareketler çizerek ilerliyor ve çok uzak sayılmayacak bir yere düşüyor.


Araç zaten gittiğine pişman dedim ya, çocuğun biraz önceki neşesi saniyeler içinde balondaki hava gibi kaybolup yerini kaygı ve endişeye bırakırken ben de kendi kendime kafamda, üzülme çocuk üzülme; bak biz büyüdük ama hâlâ bir şeyleri elimizden kaçırıyoruz, tutamıyoruz bizlerde

Gibi teselli etme cümleleri geçiriyorum.


Küçük bir çocuk bu, diğer çocuklar gibi işte hepsi kadar ve hepsine benziyor biraz.

Hemen sonra çocuğun sesi zamanı ve düşüncelerimi yırtarak geçiyor

Baba, o balonu almalıyız baba... Dur.


Heh diyorum. Oldu işte, birazdan kavuşacak balonuna çocuk. Gözlerim babaya dönüyor.

Adam seyir hâlindeki araçtan inip, ardındaki yolda ona el sallayan ve çaresizce bekleyen ama hiç sesini de çıkaramayan balonu alıp, tekrar araca

Hiçbir sorun yaşamadan dönebilecekken yoluna devam ediyor. Böylelikle baba sıfatlı ama uzayda hiç ama hiç yer kaplamaması gereken bu kütle, ufaklığın ilk travmasına (ilk diyip iyimser kalma tarafındayım) sebebiyet veriyor.


Bense araç yanımdan geçip gittikten sonra birkaç adım ve balonun yanındayım. Şimdiden hüzne bulanmış ve kırmızısı solmuş bile. Çocuğun ölen sahiplenme duygusuna tuttuğu yasla öylecene duruyor. Eğilip alıyorum yoksa nice taksiler, kamyonlar ve tırlar üzerinden geçecekler. Babası zaten geçti diyorum çocuğun ve yolun kenarındaki tarlanın kıyısına ayağımla minik bir mezar açıp balonu içerisine bırakıyorum.





Arkadaşlar hayat bu kadar duygusallığı kaldırmaz son paragraf elbette gerçekleşmedi...