Yaşlı adam, uykusuz geçen uzun bir gecenin ardından yine huzursuz uyandı. Sabahın ilk ışıkları ahşap çerçeveli camından içeri sızarak yüzünü aydınlatmış ve onu uyandırmıştı. Kalktığında ilk iş olarak sakalını taradı. Uyumaya çalışırken birbirine karışmıştı. Camından içeri giren güneş odasını aydınlatırken o, camın hemen yanındaki koltukta oturmuş kendine gelmeye çalışıyordu.

"Kendime gelmeye mi çalışıyorum? Bütün gece zaten kendimdeydim! Gözüme bir damla uyku girmedi!"

Yaşlı adam, acıkmış olduğunu anımsadı ve bir şeyler yemek için yerinden kalktı.

"Sana diyorum sana! Bırak bir şeyler anlatmayı! Ama yok illaki yazacaksın değil mi? Bak hâlâ yazıyor! Kime diyorum ben!"


Bastonuna dayanarak yürümeye çalıştı. Ağır adımlarla odanın diğer ucunda bulunan tezgâha yöneldi. Bu tek odalı ev, onun yaşam alanıydı. Akşamdan kalma bir peynirin orada olduğunu görünce sevindi. Tezgâhın yanındaki sandalyeye oturdu ve var olan dişleriyle peyniri kemirmeye başladı.

"Şu peyniri bir bitireyim… Dur bir dakika sen… Amma da acıkmışım. İşte bitirdim… Bıkmıyor musun yazmaktan? Sana söylüyorum! Hayatıma bu şekilde karışmak hoşuna mı gidiyor? Şu hayatta yaşayacağım kadar yaşamışım zaten, daha ne yaşatmak istiyorsun bana? Yaz yaz! Devam et. 'Yaşlı adam, tekrar yatağı uzandı.' de. Yaz hadi. Hâlâ peyniri kemirmekle uğraşmıyorum. Kemirmekte neymiş! Fare miyim ben! Okuyan kim ise yanlış anlamasın bari. Yazsana be adam! Yok yok… Peki, tamam yazma öyleyse! Bırak bari ben anlatayım bir şeyler. Dokunma sen ama!

'Yaşlı adam' benim değerli okuyucum. Beni şu anda göremiyorsun, evet bunu biliyorum ama ne de olsa varım. Belki şu anda kâğıdın üstündeki karmaşık harflerden oluşuyorum ama buradayım, eski kulübemde…"


Yaşlı adam, hiç olmadığı kadar mutsuz hissediyordu kendini…

"Sana dur demedim mi ben! Yahu dursana! Kendimi anlatmaya çalışıyorum burada. Yaşlı adam da yaşlı adam! Bir kere benim bir adım var anladın mı!? Evet, yaşlı ve yalnız bir adamım ama bana sürekli bu şekilde hitap etmeni istemem!"

Yaşlı adam, oldu olası huysuz bir adamdı. Her şeye karışır ve itiraz ederdi. Bu yüzden de yalnızdı!

"Hiç de değil! Ah, seni bir yakalayabilseydim! Huysuz biriymişim! Sen benim kim olduğumu biliyor musun? Heh! Kendi kafandan bir şeyler uyduruyorsun! Sen kimsin bir kere? Cevap ver bana!"


Hava hızla aydınlanıyordu, kuşlar hiç olmadıkları kadar neşeliydiler ama yaşlı adam huzursuzdu.

"Bırak şimdi havayı! Biliyorum ben havanın nasıl olduğunu! Buradan oldukça net gözüküyor pencere ve dışarısı. Üstelik güneş yeni falan da doğmadı! Belki görmüyorsun ama saat sekiz buçuk. Eh tabii nasıl göreceksin oradan sen!?"

Saat sekiz buçuktu.

"Al işte!"

Hava daha öncesinde aydınlanmıştı ama yaşlı adam peynirini büyük bir iştahla yedikten sonra tezgâhın önünde uyuyakalmıştı. Uykusuz geçirdiği gece ve ilermiş yaşı gün içerisindeki belli anlarda bu şekilde kendisini gösteriyordu. Tezgâhın önünden kalkıp koltuğuna gitti ve büyük bir titizlikle oturdu.


"Tamam, şöyle yapalım. Anlaşılan sen yazmayı bırakmayacaksın. Seninle bir anlaşma yapabiliriz belki? Ne dersin? İkimiz için de uygun olur böylesi diye düşünüyorum?"

Yaşlı adam, bir öksürük krizine tutuldu. Beş dakika kadar öksürdü.

"Evet, yaşlılıktan… Aslında biraz da üşüttüm. Yalnız yaşayan bir adamım ben ne de olsa. Bana bakacak kimim kimsem de yok…"

Yalnızlığı onu bütünüyle sarmıştı. Bazen, küçük ve eski kulübesi onu bir mezar gibi sıkıştırtıyordu.

"Abartmaya gerek yok. Yaşlı ve yalnız dediysek o kadar da değil! Hem sen beni dinliyor musun bakalım? Bir şey söyledim az önce sana! İşitiyor musun beni? Bak, hem okuyanlar da bunu isterler elbet! Öyle değil mi? Sen de bir şey söylesene! Sana sesleniyorum. Gözlerini dikmiş yazılanları okuyorsun! Sence de öyle değil mi? Bir anlaşmaya varsak iyi olmaz mı? Ne dediğini duyamıyorum. Yok yok! Duyabiliyorum. İç sesini duyuyorum. Ne kadar da kusursuz okuyorsun öyle. Keşke senin yanında olabilseydim şimdi. Ben yalnız bir adamım ne de olsa. Hayatım boyunca da böyle yalnız yaşadım. Hayalinde nasıl canlandırdın beni? Bu küçük evim sence nasıl bir yer? Düşünüyordun değil mi? Dışarıda gördüklerinden çok farklı sayılmam. Ama gerçekten merak ediyorum beni nasıl hayal ettin şimdi."

Yaşlı adam…

"Bir dakika dur be sen de! Bir şey soruyorum, insanlarla konuşmaya çalışıyorum burada! Heh, ne konuşuyorduk? Evet anlaşma! Bak, kalem kâğıt orada, masada. Ne dersin? Bu ikimiz içinde daha iyi olur…"


Yaşlı adam ayağa kalktı ve yavaşça yatağının yarım metre kadar uzağında duran masasına doğru gitti. Bir şeyler arıyordu. Biraz sonra bir kalem ve kâğıt çıkartıp masanın üzerine koydu. Yorulmuştu. Bu küçük arayış ölmekte olan vücudunu ağırlaştırmıştı.

"Bırak şimdi şaşaalı cümleleri de söyleyeceklerimi dinle. Tamam, anlıyorum sen de bir şeyler yazmak istiyorsun ama şimdi yapacağımız bu anlaşmayla hem sen yazmaya devam edeceksin hem de ben kendi hayatıma geri döneceğim. Tamam mı? Tam yetmiş sekiz yaşındayım. Görüyorsun ki ağır ağır yürüyorum ve dediğin gibi de ölmek üzereyim. Hayatım boyunca senin gibilerin yazılarında var oldum ve yaşadım. Ne isterlerse yaptırdılar bana. Ne yalan söyleyeyim bu bazen hoşuma da gitti. Gençliğimde daha diriydim. Her yere koşardım, yazılanlara pek aldırış etmezdim. Bu biraz da delikanlılığın verdiği bir sarhoşluktu tabii. Ama şimdi, sen yeniden yazmaya başlayınca anladım ki bunu kaldıramayacağım. Öyle ya da böyle şu yaşıma kadar geldim. En azında son anlarımda kendi irademle öleyim."


Gün ışığı masayı aydınlatıyordu. Yaşlı adam, kalemi eline aldı ve parmaklarının arasına yerleştirdi. Ömrünün son anlarında yalnızlığında boğulurken aklında tek bir düşünce vardı. Yaşayamadıkları. Yaşamak istediği ne varsa ardında biriktirmişti. Pişmanlık tüm benliğini sarmalarken uykusuz gözleriyle önündeki boş kâğıda bakıyordu.

"Söylediklerinde doğruluk payı var tabii. Her insan gibi benim de yaşamak isteyip yaşayamadığım onca şey var. Ama her insan gibi işte. Yani bu herkeste olur. Sende bile! Yoksa neden bunları yazasın ki? İnsan neden yazı yazar ki? Okuyucuya bir şeyler anlatmak için mi? Al işte okuyorlar seni, ne derdin varsa söyle! Tutturmuşsun yaşlı adam da yaşlı adam diye! Hayatım boyunca bunu yaşadım! Bununla yaşamak nasıl bir duygu bilir misin sen! Birisi tarafından yönetilmek! Bunu bilmek! Bir ömrü bununla geçirmek! Belki de senin yüzünden yalnızım! Sen ne yaşıyorsan ben de o oluyorum çoğu zaman! Niye yazıyorsun bunları? Neden beni yaratmaya çalışıyorsun?"

"Neden sustun?"


Yaşlı adam kâğıda bir şeyler karalamaya başladı.

"Heh, şöyle! Evet, anlaşmamıza gelelim şimdi. Gayet açık. Sen beni yazmayacaksın ve ben de seni bir daha sorgulamayacağım. Kısacası bir daha karşılaşmayacağız. Başka şeyler yazabilirsin. Benim hayatım haricinde ne istersen onu yazabilirsin. Aslında, kimse hakkında yazmamalısın. En iyisi, kimsenin hayatına müdahale etme. En doğrusu hayatına etki edemeyeceğin bir şeyler yazmak. Bunun karşılığında sana işte bunları vereceğim. Yani şu anda yazıklarını... Başlığa da kısaca 'Yaşlı Adam' diyebilirsin. Yaşlı adamın hayatından küçük bir an… Daha doğrusu hayatımın sonundan küçük bir an. Kabul mü? Bak buraya yazdım, tasvir edebilirim sana istersen! 'Eski kâğıt, yaşlı adamın zorlanarak yazdığı yazıyla boyanmıştı. Kalem, ürkek bir ceylan gibi kâğıdın üzerinde gelip gitmişti adeta. Sonrasında kâğıdın üzerinde belli belirsiz şeyler anlamlanmaya başlamıştı.' Oldu mu? Ürkek ceylanı abarttım galiba. Olsun o kadar. Ben de bir yazar mı oldum şimdi? He he… Neyse… Tamam mı? Oldu mu? Anlaştık mı? Eğer anlaştıysak anlaşmanın altına atacağın bir imza olarak bu hikâyeyi sonlandırabilirsin. Sonra da ben yoluma sen yoluna... Tamam mı? Haydi, seni bekliyorum! Sonlandır şu hikâyeyi!"