Distopya, çoğunlukla ütopik bir toplum anlayışının antitezini tanımlamak için kullanılır. Distopik bir toplum otoriter-totaliter bir devlet modeli ya da benzer bir başka baskıcı sistem altında karakterize edilir. Distopyaların sevimli derecede haksız ve gerçekten kopuk şekilde çıkması çok kolay değildir. Distopyalar, toplumların devinimi üzerine kurulan hikayeler bütünüdür. Distopya bize bir teknolojinin nasıl geliştiğini anlatır aslında, çok ileri teknolojiler kullanılsa da o teknolojik gelişmenin toplumu nereye çevirdiğini genellikle yöneten sınıfa da nasıl bir dengesiz güç verdiğini, ütopya içerisindeki insanlarında yönetici kadroda olmayan insanlarında halkın yani aslında daha büyük imkanlara sahip olabilmesine rağmen içinde yaşadığımız hayata kıyasla belki daha iyi sağlığa, daha iyi ulaşıma, daha iyi bilgiye ulaşıma sahip olmasına rağmen ne kadar daha ezildiği, ne kadar daha yönetimde az hak sahibi olduğunu, kendi kaderini tayin etmede ne kadar güçsüz olduğunu anladı. Yoksa 2100 yılında geçen, uçan arabaların olduğu, bilgilere anında ulaşılabilen bir zamanda nasıl oluyor da distopya oluyor denilirse tamamen yönetim rejimiyle alakalı bir şey. Bize rahatlık getiren teknolojinin, aslında yöneten sınıflara başka kolaylıklar getirdiği ve hükmetmede, aklımıza hükmetmede, hikayemize hükmetmede, nihai olarak da bedenimize hükmetmede nasıl bir güç sahibi olunduğu anlatılabiliyor. Bu yönden ütopyayla ayrılmaz ikililer. Ben her zaman distopyacıyımdır. Her zaman daha umut verir. Ütopyaları ise daha basıcı, kasvet veren hikayeler olarak görürüz. Biraz bile yöneten kısımda değilseniz ve hayatınızda hiç karşılaşmayacağınız birtakım zihniyetlerden korkuyorsanız bu kısmı anlamanız oldukça imkansızdır. Gelgelelim hak vermiyorsanız herkesin makus tarihi ütopyacı olmaktan geçiyor. 


İstekler ihtiyaçları besleyen objelerdir. Matenin içinde debelenip duran insan kalıntıları her gün yeni bir ihtiyaçla kendinin kapısına dayanır. Sabah yemek, öğlen dinlenme, akşam sigara molasıyla kendinin kapısını aşındırırken gerçek ihtiyacın ne olduğunu döne döne düşünür. Hayatının bağrında şarkının içinde ya da bir filmde unutabildiği kadar geriye gittiği hayal dünyasına dalar. Dışarıdaki hayattan kendini kurgunun içine atıp kaybolma tarafını seçer. İşte kaybolma sırasında kendini yeni gerçekliğin içinde bulup distopyalar kurar. Her gün her yerde olan bu distopik tür, sizi de içine almada birebirdir. Bazen içine çekilir bedenimiz, bazen reddeder. Peki ben hangisiyim, sen hangisisin?