Sizin için pencereme geçtim yine, duman soluyan bu şehri seyrediyorum. Ben de çok gecikmedim, kül tablamı falan kaptım hemen. Ama bu sefer birer kalem kağıt da aldım yanıma, bir şeyler yazarız bugün diyordum. Bir düşünelim bakalım neler yazabiliriz.


Yazmak ne zor şeymiş öyle ya! Okurken halbuki ne de kolay görünüyordu. Belki de en kolayından başlamalı. E, birden gazeller döktürecek halimiz yok zaten değil mi? Peki hangisi en kolayı?


Günce mi yazsak acaba? Ama bir dakika, benim hayatım günce tutmaya değer mi ki? Bir günümün ötekinden farkı mı var sanki canım? Tamam hadi kendime de haksızlık etmeyeyim: Bazı günler kahvaltıda sucuklu yumurta yiyorum, pazarları falan genelde. Hayatım değer mi falan biraz ağır oldu şimdi. Bir süre kendime kırgın kalacağım, beş saniye falan.


Hmm, günlerim kaydetmeye değmez evet. Ne yapsam ya şimdi haftalık mı yazsam? Ya bırak haftayı bazen aylarca aynı günü yaşıyorum. En iyisi ben bir hatıra defteri alayım. Hem başımdan geçen iyili kötülü anıları yazarım. Bu sayede de yazacak malzeme çıktıkça yazmış olurum. Evet evet, bana ancak bu uygun gelir.


Peki hadi hayatımda hiç yazmaya değer bir şey olmazsa? O zaman ne yapacağım? Sonuçta nasıl gelmişse öyle gider değil mi? Hay Allah, sanırım kendimden yazmak bana göre değil. O zaman bence onlar hakkında yazabilirim, değil mi? Bunun mantıklı olacağı konusunda kendimle anlaşabilirim sanırım. Mesela onların işten kovulmalarını yazarım, mesela yaz tatilinde nereye gittiklerini. İnişli çıkışlı ilişkilerini, terk edilişlerini, doğum günü partilerini... Evet evet, bunlar kesinlikle yazmaya değer.


Bakın mesela geçen gün birini gördüm, caddede karşıdan karşıya geçiyordu. Ama dikkat ettim mesela sola bakmadı, sağa baktı onun yerine. Herhalde dalgındı, aklına gelmedi o an. Artık kirayı nasıl ödeyeceğini mi düşünüyordu hafta sonu nereye pikniğe gideceğini mi bilemem. Ama kesin bir şeyler vardı aklını meşgul eden. Allah'ım tam o an bir araba... Virajı da düzgün alamadı zaten. İşte önce acı bir fren sesi falan derken adamcağız oracıkta can verdi. Artık arkasından ne yapılır bilemedim, ben de yavaşça başımı öne eğdim ve hoşça kal dedim. Dua mı etseydim acaba diye düşündüm ardından ama sonra daha önce hiç dua etmediğim geldi aklıma. Yanlış bir şey derim falan ayıp olmasın şimdi.


Neyse canım işte, bunun gibi bir sürü olay yaşıyorlar. Her gün birini yazsam, ohoo... Bence iki aya kalmaz ilk kitabımızı bitirmiş oluruz. Sonra da yayınevlerine postalamak gerekiyor sanırım. Evet evet, şu geçen izlediğimiz filmde öyle yapıyorlardı. Sonra da yanıt bekliyoruz onlardan, genelde iki hafta içinde dönüş yapıyorlar. Ama telefon numarası yazman gerekiyor postaya. Haha, filmde aptal kadın unutmuştu hatırlıyor musunuz? Bir de masum masum üzülüyordu kimse beğenmedi diye. Aa bir dakika, bizim telefonumuz yok ki! Ee, nasıl arayacaklar şimdi bizi? Üst kattaki şu huysuz yaşlı teyzenin numarasını mı versem acaba? Ama istesem bana vermez ki numarasını kadın. E o da haklı sonuçta, belki tanışıyor olsak verirdi de hiç tanışmadık ki.


Arkadaşlar kötü bir haberim var, sanırım biz bu kitabı bastıramayacağız. E o kadın gibi ağlaya ağlaya bekleyecek halimiz de yok sonuçta. En iyisi biz bu işe hiç girişmeyelim... Aa saat de kaç olmuş? Yine lafa tuttunuz beni. Neyse hadi daha geç olmadan herkes yatağa...