Kahvesinden bir yudum daha aldıktan sonra uykuyla daha fazla savaşamayacağını fark etti. Saatlerdir masanın başında verilen ödev yazısını yazmak için uğraşmasına rağmen tek bir kalem darbesi dahi buluşturamamıştı kağıtla. Yazı yazmaya bayılıyordu oysa. Ne hakla ona bir süre dayatabilirlerdi ki?
Zorundalık duygusu yazmasına engel oluyordu. İki gündür uyumamıştı artık dayancak hâli yoktu ve yatağa giriverdi. Saati gece dördü gösterirken artık uyumak zorundaydı da zaten. Sabah yedide uyanıp gitmesi gereken bir işi vardı neticede.
Tam uykuya dalmak üzereyken birdenbire dökülüverdi cümleler beynindeki nöronların içine. Adeta tanrı kova kova boşaltıyordu ilhamı tüm hücrelerine. Uykusu bir bariyer örüyordu damarlarına dolan fikirlere fakat tamı tamına elli üç saat boyunca güç toplamış olan uykusu bile galip gelemiyordu bu iliklerinde hissettiği bombardımana.
Sonunda uykusu yenik düştü ve teslim oldu kalkıp yazma isteğine sebep olan duygu seline. Ellerini kontrol edemediğini hissetti kalemi eline aldığında. Bir doğaüstü güç tarafından teslim alınan beynine gelen sinyaller anında kâğıtta hayat buluyordu.
Cesaretini de toplamıştı doğaüstü gücün etkisinden kurtulduğunda. Sonunda yazdıklarını, o hayranlıkla okuduğu adama okutacaktı. Her pazartesi iş çıkışında ettikleri o keyifli sohbetin arasına yazdıklarını sıkıştırmaya kararlıydı.
Bu sefer gerçekten beğenmişti yazdıklarını. Akşam için sabırsızlanıyordu. Yelkovan akrebi yakalamakta ilk defa bu kadar zorlanıyordu belki de hayatında. İş çıkışı gelmek bilmezken kendine olan güveni gittikçe daha da artıyordu. Kendini beğendireceğine emindi.
Yazar, sessizce okumaya başladı çocuğun yazılarını. Neden bu kadar ifadesizdi ki sanki? Meraklı bakışlarla yazara bakarken yazarın yüzü gittikçe daha da yokluğa yaklaşıyordu. Hiçbir anlam çıkaramadan beklerken kalbi her saniyede bir dünya turuna daha çıkıyordu.
Sonunda konuştu yazar:
- Bir ay kadar hiçbir şey yazmanı istemiyorum, dedi.
Çocuk donakaldı. O ki dünyanın en güzel yazısını yazmıştı. Aldığı tek cevap nasıl olur da bir ay yazılardan uzak kalması gerektiği olurdu. Şok olmuştu.
Bir bildiği vardır diyerek istemeden de olsa kabullendi. Akşam kafasını yastığa koyduğunda terslik budur ya, hiç olmadığı kadar yakındı ilham perilerine. Onlarla daha önce hiç bu kadar yakınlaşmamıştı sanki. O kadar çok yazcak şey geliyordu ki...
O dakikalarda uyuyakalmak için birçok şeyden feragat edebilirdi.
Bir an da olsa “zaten haberi olmaz” diyerek kağıdın başına geçti. Sonrasında kendini engelledi. Artık dayanamıyordu ama yazmamalıydı. Bu onun için daha iyi olacaktı çünkü. Acaba çok mu kötü yazmıştı? Yoksa sadece daha iyi olması için miydi? Bu soruların yanında bir de yazmamaya direnmek...
Çıldırcak gibi hissediyordu. Kağıdın karşısında yazmamaya direnerek geçirdiği dört saatin ardından vücudu artık daha fazla dayanamadı ve uykuya yenik düştü.
Sabah uyandığında düşünceler akmaya devam ediyordu. Artık dayanamayacağına karar verdi ve kağıt, kalemi alarak yazmaya başladı. Kendini o kadar çok suçlu hissediyordu ki ama çıldırmaktan yeğdir diye düşündü. İki ucu boklu değnekti resmen. Suç işliyordu ama rahatlıyordu. Demek insanlar bu şekilde kötü niyetli olmadan da suç işleyebiliyormuş diye düşündü. Fakat içi rahat etmiyordu yine de.
Bir sonraki buluşmalarında utanarak, çekingen bir şekilde itiraf ederek yazdıklarını uzattı yazara. Alacağı tüm tepkilere hazırlamıştı neredeyse kendini fakat bu hiç beklemediği bir yanıttı.
-Sana yaptığım minik sınavı başarıyla atlattın. Ne yalan söyleyeyim bu kadar çabuk pes edeceğini düşünmemiştim. Fakat doğru olanı yaptın yazmaya devam ederek.
“Zaten yazmadan durabiliyorsan yazma.”
Esrik
2020-07-05T16:16:31+03:00Emeğinize sağlık, çok güzel bir öykü olmuş. Teması da üslup kadar etkileyici. Şöyle ufak bir şey var, sanki yazdıklarını yazara verme aşamasında eksik kısımlar var. Geçiş çok ani oluyor. Sabırsızlanıyorken bir anda yazarın fikirlerine geçiyoruz, oysa ben misal dosyayı uzatırkenki elinin terlemesini, ilk selamlaşmalarındaki sessizliği, heyecanı, yani çocukla yazarın karşı karşıya geldiği ilk anı okumak isterdim.