Bazı şeyleri yazmaya bile korkuyordum. İçimdeki sesi somut bir halde görmeyi kaldıramıyordum. Böyle zamanlarda hiçbir şey söylemeden seslerin geçip gitmesini beklerdim. Sabahları geçerdi, sabahları severdim. Sabahlar geçtikçe ona yazmamaya alışmıştım. Ben yazmadıkça o da geride kalmamıştı. Çok uzun zaman geçmişti ve ben ona yazdığım şiirleri silmemiştim. Beni sevmediğini fark ettiğimde gülüşüyle beraber onları da silmiştim. Şehrin dışında yıldızlara bakarken bunu adım gibi biliyordum, dinlediğim şarkılar da biliyordu. Beraber olmayacaktık. Geceler geçmişti ve artık yabancıydık. Birbirlerinin hangi şarkıya ağladığını bile unutacak kadar yabancıydık. Ama ne zaman arabayı sahilde sürsem radyo şarkıları zıddını söylerdi. Onlar her zaman güzel sonsuzdan bahsederdi, kimsenin sahip olamayacağı sonsuzdan. Radyo şarkılarından nefret ederdim. Bir süre sonra arabada şarkı dinlemeyi bıraktım. Şehre girmedim, şehrin dışına da çıkmadım. Nereye gittiysem oradan sıkıldım. Hep ortada takıldım. Güneşin doğuşunu izlerken ortadan bile sıkıldım. Yanımdaki insanlardan sıkıldım, yanımda insan olmamasından sıkıldım. Güzel şiir yazamamaktan çok sıkıldım. Sesli konuşmaktan, bir yere ayak uydurmaktan, sinekler ve böceklerden, güneş kreminden, sürekli su içmekten, paradan ve telefondan sıkıldım. Olur da bir gün hayallerimi gerçekleştiremezsem düşüncesinden korktum. Beklediğim aşkı bulamamaktan korktum. Çoğu zaman yaşamaktan, kemiklerimin sızlamasından, anlattığım cümleyi bir başkasından duymaktan, evli ve mutsuz olmaktan, şarkısız bir günden, bisiklet sürememekten korktum. Bazı günler korkmaya devam ediyorum. Belki sevmeyi yeni öğreniyorum, belki hayatta gizemi seviyorum. Belki de cümlelerimi belkilerle doldurmayı seviyorum.