Yeni Eleştiri

 

Sanatın ne olduğunu, bir eserin değerini neyin belirlediğini, sanatın insanoğlu için işlevinin ne olduğu cevaplandırmaya çalışan edebiyat kuramları ve bu kuramlardan doğan eleştiri yöntemlerinden Rus Biçimciliği (Russian Formalism), Yapısalcılık (Structuralism), Yeni Eleştiri (New Criticism) yazarı, okuru, eserin ortaya konduğu dönemi, siyasal ve toplumsal olayları, kısaca dış dünyayı incelemesine dahil etmediği için biçimci kuramlardır. Bu kuramlara göre eserin değeri her şeyden bağımsız olarak yalnızca metnin kendisinden yani metnin biçiminden ve içeriğinden çıkartılabilir. Ben bu yazımda sizi çok uzun bir yazı ile bunaltmamak adına yalnız Yeni Eleştiri kuramından bahsedeceğim. Diğer iki kuramı Yapısalcılık Rus biçimciliğinden doğduğu için tek bir yazıda bir kaleme alacağım ve tabii ki de Aristotales'in ve Platon'un sanat ile ilgili görüşlerini kaleme aldığım yazımda olduğu gibi kaynak olarak Berna Moran'ın "Edebiyat Kuramları ve Eleştiri" adlı muhteşem kitabını referans alacağım.


Anglo Amerikan kuram Yeni Eleştiri (New Criticism) 1930’larda başlar, 1960’larda son bulur. "Sanatçının işi doğada, insanda, evrende, toplumda dış dünyada gördüklerini eserde yansıtmaktır, sanat bir yansımadır" diyen Yansıtma kuramına ve "Sanat yazarın hayatına, iç dünyasına açılan bir penceredir" diyerek sanatçıyı merkeze alan Anlatımcılığa (Expressionism) karşı tepki olarak ortaya konmuş bir kuramdır. Yeni Eleştiri dış dünyayı, yazarın hayatını ve psikolojisini, dönemin siyasal ve toplumsal yapısını eser incelemesine dahil etmeyi reddeder. Yeni Eleştiriciler için yalnız ve yalnız metin vardır çünkü metin dış dünyadan, okurdan, yazardan bağımsız bir “kapalı dilsel bir düzendir”. Düzen derken metin içerisindeki organik birlikten söz edilir. Organik birlik sağlanmış bir eserde her öğe ve bağıntının bir değeri vardır çünkü hiçbiri gereksiz değildir, hepsinin bir görevi, bir amacı vardır ve her biri birini etkiler.



Bu kuramın temelleri I. A. Richards ve T. S. Eliot düşünceleri ile atılmıştır. I. A. Richards’a göre “Edebiyat [okuyucuyu] ahlaksal ve toplumsal sorunlardan soyutla[r]…okur[a]…zengin ve ahenkli bir yaşantı” sunar. T. S. Eliot içinse tarihsel olaylara şairin hayatına bakılmaksızın “Şiir şiir olarak okunmak gerekir”. Edebiyatın var olan tanımlarını reddeden Yeni Eleştiri, edebiyata yeni bir tanımlama yapmak adına birtakım sorulara yönelir. Sadece metnin kendisini referans alan Yeni Eleştiri’nin ilk çözmesi gereken sorun biçim-içerik sorundur. Çünkü edebiyat eserini dış dünyadan tamamen bağımsız “kapalı dilsel bir düzen” olarak tanımlamış, organik birlik adını verdikleri düzeni eserin değerinin ölçütü kabul etmiştir, bu nedenle bu düzeni meydana getiren biçim ve içeriğe de yeni bir tanımlama getirmeleri gerekmekteydi.



Nedir eseri değerli yapan; işlediği konumu mu, yoksa konunun anlatılma şekli mi? Yeni Eleştiri’de önce konu ve içerik arasında ayrım yapılmıştır. Konu eserden bağımsız, eserin değerine hiçbir etkisi olmayandır. Örnek verecek olursak; Fransız İhtilali, Lale Devri, aşk, ölüm, ayrılık, din birer konudur ve her yazar bunları eserinde işleyebilir, içerik ise yazarın bu konuları olay örgüsü, karakterler, duygular ile dönüştürdüğü halidir. Örnek verecek olursak; Alexandra Capel “Düşmüş Melek” isimli tablosunda şeytanı anlatırken cennetten kovuluşunu resmeder, konuyu işlerken şeytan ile empati kurar, olayı şeytanın gözünden değerlendirir; aynı yaratık Goethe’nin Faust isimli eserinde Faust’u Tanrı’nın yolundan uzaklaştıran yalancı, hilekar biri olarak resmedilir. Goethe’nin ve Capel’in konuyu ele alış biçimi içeriktir ve içerik görüldüğü üzere esere özgüdür. Bu nedenle eserin değerini belirlemede etkendir. Biçim dediğimizde ise koşuk, gazel, sone, roman gibi türleri anlarız ancak biçim yazarın içeriği işleyiş tarzıdır, diğer bir değişle “söyleyiş” şeklidir. Kısaca “biçim eserdeki bütün öğelerin ve bunların arasındaki bağların meydana getirdiği yapıdır.” Bu tanıma bakacak olursak, biçim ve içerik bölünmez bir parçanın, yani metnin ayrılmaz birer parçalarıdır. Bir başka şekilde açıklamak gerekirse, “konunun sanatçı tarafından işlenerek içerik haline sokulması aynı zamanda biçime yoğrulması” en nihayetinde her bir eserin biçimi de içeriğini de ona özgü yapar, bu nedenle bir eserin değerini belirleyen ölçüt o eserin biçimi ve içeriğidir.

Fransız İhtilali, aşk, Lale Devri gibi soyut veya somut tüm öğelerin tek başına metinden bağımsız taşıdıkları anlam değil metnin oluş aşamasında biçimlendirilerek dönüştükleri içerik halleri metnin yazınsal bir değeri olup olmadığını belirler.



Ancak, içeriği oluşturan düşünsel öğelerin metinden bağımsız dış dünyadaki kendi değerleri olan toplumsal, ahlaki, felsefi konulardır. Bu öğelerin yazarın elinde zenginleşen değersiz olanları olduğu gibi kendi başına metinden bağımsız bir değeri olan konularda olabilir. Değerli ve değersiz konulardan ortaya çıkacak içerik başka başka olacağına göre bu durum göz ardı edilemez. Bu soruna sunulan çözüm “iyi eserle büyük eseri ayırma” fikridir ancak büyük eserle iyi eser ayrımındaki ölçütler konusunda fikir ayrılığı söz konusudur. İlk bakış açısına göre, içeriği oluşturan düşünsel öğenin eserin değerini ölçmekte bir etken olmadığı konusunda ısrarcıdır ancak metinden bağımsız dış dünyada da değeri olan konuları işleyen esere büyük eser olarak sınıflandırmakta bir sakınca görmez, tabii bu değeri asla sanatsal/estetik bir değer olarak kabul de etmez. Bu bakış açısı kendi ile çelişmektedir. "Hem konunun değerinin ölçütü nedir? Hangi konuları bir eseri büyük yapar, hangileri yapmaz?" gibi sorular doğurmaktadır. Eseri değerlendirirken hiçbir şekilde metinin dışında bir kaynağı referans almak istemeyen ikinci bakış açısına göre; eserin büyüklüğünü belirleyen ölçüt gene biçimidir. Eserlerin söz, tümce, kişiler, olaylar vb. gibi tabakalardan meydana geldiğini varsayarsak büyük eser dediğimiz metnin en temel özelliği içerik-biçim bakımından çok katmanlı olmasıdır. Başka bir deyişle bir yazar ne kadar derin, karmaşık, zengin içeriği biçimlendirip metin haline getirmiş ise o metin o kadar büyük bir eserdir. Çünkü işlenecek konular derinleştikçe, karmaşıklaştıkça, zenginleştikçe biçimlendirmesi de bir hayli zorlaşacaktır. Kısaca “büyüklük, çeşitli ve zengin malzemenin düzene sokulmasından doğar.” Bu Richards’ın bahsettiği “ahenkli ve zengin bir yaşantıyı” okuyucuya sunabilen düzendir. Yeni Eleştiri metinden bağımsız tüm öğeleri eserin değerlendirmesine katmayı reddettiği için ilk başlarda şiirde hakim olmuş, dış dünyayla fazla içli dışlı olan düz yazıya ise çok sonraları Marcel Proust, James Joyce, V. Woolf gibi yazarların kalemlerinde ağırlık kazanır. 



Bilindiği gibi edebiyatın zevk vermek, eğlendirmek, eğitmek vb. gibi bir çok işlevi vardır, peki bunlardan biri asıl işlev olarak tanımlanabilir mi? Edebiyatın işlevini ve estetik değerini değerlendirmede metnin biçimine yoğunlaşan Yeni Eleştiricilerden M. C. Beardsley’in fikirlerine değinelim biraz da. Beardsley’e göre bir eseri iyi veya kötü olarak tanımlamamız için öncellikle onun işlevsel olarak belirli bir sınıflandırmaya koyabilmemiz gerektiğini söyler ve edebiyatın dahil olduğu “işlev sınıfı estetik yaşantıdır” der, diğer bir deyişle bir metnin -“estetik bir nesne olarak”- işlevinin okuyucuda “estetik yaşantı meydana getirmek” olduğunu belirterek bir eserin iyi veya kötü olarak tanımlanmasındaki ölçüte açıklık getirir.



Peki, estetik değer konusunda neler söyleyebiliriz?

Beardsley ve onunla aynı kanıda olanlar der ki; “Değer her zaman insan yaşantısı ile ilintilidir; bundan ötürü sanat eserinin estetik değeri olabilmesi için, insanlarda uyandırdığı yaşantıyla bir bağı olması gerekir.” Estetik yaşantı uyandırma -tabii ki de- eserin kendisine ait bir işlevidir. Bir eserin estetik değeri olabilmesi -diğer bir deyişle estetik yaşantı uyandırabilme gücüne sahip olabilmesi- için birlik (bütünlük), karmaşıklık, keskinlik (şiddet) gibi belli başlı yapısal özellikleri bulunması gerekir. Özetle, bir eserin estetik yaşantı uyandırma gücü varsa o eserin estetik değeri var demektir.



Edebiyatı, sosyoloji, psikoloji, felsefe gibi diğer tüm metin türlerinden ayırmak isteyen, onun işlevini kesin hatları ile çizip insan hayatındaki değerini sağlam bir temele oturtmak isteyen Yeni Eleştiri bir sanat eserini dış dünyadan, okurdan, ve yazardan tamamen soyutlayıp kendi başına bir nesne olarak ele almak istemiştir. Bu nedenle eserin biçimine, eserin içeriğine, işlevine, değerine yeni tanımlamalar getirmek durumunda kalmıştır. Her kuram gibi hem eksi ve artı yönleri vardır, ve yeni yine her kuram gibi edebiyatı zenginleştirmiş ve geliştirmiştir, ve güçlendirmiştir.  



 

Kaynakça:

Moran Berna, Edebiyat Kuramları ve Eleştiri, İletişim Yayınları



Yazar: Carmill Dionys