"Atandı" yazısını görmenin bende yarattığı mutluluğu sanıyorum tahmin edebilirsiniz. Sevindim, çok sevindim. Koşturmaca bitti, kurtuldum artık, dedim. Sevdiklerime, yanımdakilere sarıldım. 15 günüm vardı; hemen, hiç beklemeden bavulumu hazırlayıp yola çıktım. İzmir, Balçova'daki evimden B... M... Y... köyüne. Bir ülkenin en batısından neredeyse en doğusuna. Zor olacağını biliyordum elbet ama bu kadar olacağını tahmin etmemiştim. İlçe merkezi köye yetmiş kilometre. Gitmesi ayrı, gelmesi ayrı dert. Zira ne adamakıllı bir servis var ne de yol. Yaşam zor ama bir kadın için daha da zor. İlçe merkezinde dahi sosyal hayatın içerisinde kadınları görmek çok zor. Tek tük gördüklerim ise kaderin hasbelkader buralara getirdiği, ilçe tarımda vesair yerlerde çalışan memurlar. Onlar da askerin şafak beklemesi gibi gün sayıyorlar gitmek için. Ben mi? Sürem dolsa da gider miyim, bilmiyorum. Zira aydınlık en çok buralara lazım. Ben gidersem başkası elbet gelmez mi? Ya gelmezse, bilmiyorum.


Köylü kadınlar köye ilk defa kadın öğretmen geldiğini söylüyorlar. Kadınların çoğu köyden çıkmamış, "Seni kocan nasıl buraya tek saldı?" diye soruyorlar, "Evli değilim," deyince bir geri çekiliyorlar benden. Ne ben onlara alışabildim ne onlar bana. Gün geldi, kar yağdı. İzmir'e yağmazdı kar. Köyün etrafını çepeçevre saran sıradağlar beyazlar içerisinde. İzmir'de denize doğru bakıp mavinin sonsuzluğuna daldığımı hatırlıyorum, burada dağlar gökyüzünü dahi gizliyor benden. Bu denli büyük dağlar kendimi ufacık hissettiriyor. Kar düştü düşeli işten artakalan vaktimde İzmir'den getirdiğim kitaplarımla vakit geçiriyorum.


Zaman zaman elektrik gidiyor, olsun, mum var, devam ediyorum okumaya. Kendimi ait hissettiğim yegane yer satırların arası.


Kar yağdı. Dizimize kadar karın içerisindeyiz, odunlar ıslanmış, tutuşturamıyorum sobayı. Okulda işlerim zor zanaat, ne yazık ki çocukların Türkçeleri zayıf. Ben ise oturmuş, onlara mastar eklerini anlatmaya calışıyorum. Anlamıyorlar haliyle. Çekiniyorlar da benden. Hâlâ aşamadık aramızdaki mesafeyi. Hasbelkader telefon çekiyor. Ailemle görüşüyorum, "İyiyim anne," diyorum, "merkeze yakın, güzel, gelişmiş bir kasaba burası." Değil. "Yanına geleceğiz," diyorlar, "Yollar kapalı anne, boş verin," diyorum. "Hem uzak, siz yola dayanamazsınız."


Getirdiğim tüm kitaplarımı okudum. Yenilerini almak için ilçeye gitmek gerek, kargo köye çalışmıyor. Nasıl gideceğim? Elimde olan kitapları tekrar tekrar okuyorum.


Gel zaman git zaman büyük bir bunalım hasıl oldu. Nasıl geçecek burada günler, diye düşünmeye başladım. Eski yaşantım daha mi iyiydi sanki, bilmiyorum. Yine bir hafta sonu soba için odunluktan kömür çekerken yorulup durdum öylece. Sarp kayalar, yüce dağlar, yer gök kar. Köyün evlerinin bacalarından kara dumanlar süzülüyor. Uzakta köpekler havlıyor. Her şeyini özledim İzmir'in. Alsancak'ta gecelemelerimiz, Özdere sahillerinde güneşlenmenin hemen sonrasında Ege'nin maviliğine kendimizi bırakışlarımız geliyor aklıma. Kamplarda, "Ah Ege, canım Ege, ey şarap rengi deniz," diye söylediğimiz türküleri nasıl unutabilirim? Ah Bergama, ne güzelsindir şimdi sen bu mevsimde, yüzlerce yıllık tarihin tozlarına karışmış mandalina kokularınla. Söylesenize, yetti mi mandalinalar? Ya Karaburun'un dağlarındaki güzelim nergiz çiçekleri? Enginarı sevmezdim ama Urla'daki enginar festivalini, heybetle çekilen zeybekleri özlüyorum. İzmir'de kalan dostlarım ne yapıyorlar acaba şimdi? Telefon çekse arardım, ne zaman oldu arayamadım, darıldılar mı ki bana? Serhat, Özge ve Nida hatırlıyor musunuz, kış gecelerini İnciraltı'nda ateş başında çay içerek geçirirdik. Sohbetin en kalitelisi orada dönerdi, vapurlar süzülürken İzmir'in körfezinde. Karşıyaka'nın ışıkları gözlerimizi alırdı zaman zaman.


Bir ses duyuldu aniden. Köyün içinden, köyün tüm o durağanlığının, sessizliğinin arasından bir jandarma aracı geçip gitti öylece. Bir süre nedensiz baktım arkasından. Üşüdüğümü hissedip içeri geçtim, bir bardak sıcak çay koydum. İlçeye gittiğimde aldığım radyoyu koydum yanıma. Pencerenin başına oturdum, karşımda ulu beyaz doruklar. Radyoda Belkıs Akkale: "Şu dağlar kömürdendir, giden gün ömürdendir."