"Son durakta ineceksin; eğer gece vaktiyse dolunaya, seher ışıldıyorsa güneşe doğru, binamın karşısındaki şarap evini görünceye dek yürüyeceksin. Gel, olur mu?"


Dolunaya yürümektense güneşe yürümek istedim. Buradan sana 11 saat yol. Akşam üzeri çıktım ki yüzün seher vakti nasıl durulanır göreyim.


-Cebimde 45 lira 65 kuruşum var. Saat 18.43-


Yirmi liraya bilet aldım. İlk tren 19.00'da. Ben, bir de mükemmel zamanlama. Yüzünü güldürür müyüz bilmiyorum. 17 dakikada garın altında güzel bir çiçekçi bulabilir, sana turuncu gerbera ve kır çiçeklerinden enfes bir buket yaptırabilirim ama aklıma evindeki fıstık yeşili portatif somya ve seni izlerken düşürdüğüm külün bıraktığı kahverengi iz geldi. Belki bir gün öpecektim orada seni, bu ana tanıklık edecek koltuğun daha şık olması gerekirdi.


-Cebimde kalan 25 lira 65 kuruşun 5 lirasıyla sana siyah bir koltuk örtüsü aldım. Artık 20 lira 65 kuruşum var.-


Sahneyi hayal edebiliyor, hatta görebiliyorum. Kapıdan içeri girince ellerini vücuduma doluyorsun. Paketten çıkan siyah örtüye bakarak önce neden zahmet ettiğimi soruyor, sonra bu rengin koltuğa uymayacağından yakınıyor; sonra bana içten, çok içten teşekkür ediyorsun.

Trenin camına başımı dayamış, son kalkış anonslarını dinlerken seninle geçecek bunun gibi -ya da daha gergin- anların bir ömre bedel olabileceğini düşünüyorum. Sol çaprazımda oturan -ve inanır mısın, o buhran anında bana, sana benziyormuş gibi gelen- küçük kız düşüncelerimin finalden ne kadar farklı olacağını sezmiş gibi alaycı alaycı gülüyor bana. Anlamıyor, umursamıyorum. Senin sevdiğin bir şarkıyı açıp, elimde senin sevdiğin bir kitapla, senin sevdiğin biri olduğuma inanarak uykuya dalıyorum.

Rüyamda, senin son duraktan bile çok uzak olan evine giderken -henüz yolun başındayken bir de- ben tepetaklak bir şarampole... Neyse. Güzel konuşursak güzel olur. -Sahi, bu hangi masalın konusuydu?-

Son anonslarla uyanıyorum. Varmışım sana gelen yolun başına. Trenden indiğimde saat henüz 06.08. Gardan çıkıyor, yürümeye başlıyorum. Kapının hemen dışında tişörtünü dizlerinin üzerine indirmiş bir çocuk var, bakınca onu değil; son yol parasını peçete satan bir kıza verip onca yolu yürüyen seni görüyorum ve 10 lira sıkıştırıveriyorum eline.


-Artık 10 lira 65 kuruşum var.-


Yol bitmek üzere, saat 06.51. Bahsettiğin şarapçının tabelasının yanına dekorasyon amaçlı konulmuş üzüm asmasından yayılan koku beni kendime getiriyor. Şarapçının bu saatte açık olmasına şaşıyor; bir yandan da bunun bir işaret, bir şans olduğunu fark ediyorum. İçeri giriyor, 8 liraya senin en sevdiğinden, meyveli sangrialardan bir şişe alıyorum.


-2 lira 65 kuruşum var, saat 07.04.-


Kapını çalamıyorum, çünkü ortada bir kapı yok. Kapıdan kötüsü evin, daha kötüsü kokun, saçların ve gözlerin. Sevdiğim hiçbir şey yok orada. Soğuk bir rüzgar esiyor, dizlerim titremeye başlıyor. Yoksun. Küfürler yağdırıyorum sana geç kalan kendime, mecali tükenen dizlerime, zamanın bu kadar hızlı akışına. Çok ayıp biliyorum ama bana da ayıp diyerek bunlara müsaade eden Tanrı'ya.

Sahi sen o notu yazıp beni çağıralı yirmi yıl mı geçmiş aradan? Ben şimdi kırkına gelmiş bu adam olmakla seni kaybetmekten başka ne yaptım bu hayatta? Ne bir bekleyenim var ne kayda değer bir hayatım.

Titreyen dizlerimin üzerine çöküyorum. Beraberken sürekli mırıldandığın bir söz vardı senin, bir kitapta denk gelmiştin: "Yıllar oldu ben senden geçemeyeceğimi fark ettim, kapına geldim; sen benden çoktan geçmiştin."

Sevdiğin iki cümleye hikaye çıksın diye mi aşık ettin beni kendine, bu satırları yaşayalım diye mi gittin benden öteye, bilmiyorum. Şimdi senin evinin yerinde küçük bir bakkal, elimde koltuk örtün ve şarap, cebimde 2 lira 65 kuruşum var. Bakkaldan 2 liraya senin somyana külünü döktüğüm tütünün aynısından alıyorum. Önce tütünü tellendiriyor, örtüyü eskiden kapının olduğu yerin önüne yayıyor, üzerine çöküyorum.

Şimdi şarabım, tütünüm, oturacak yerim ve ağlayabileceğim bir derdim var. Ha, bir de 65 kuruşum.

-Benim, senin olmadığın bir yerde, senden gitmeye param yok.-

Mırıldanıyorum:

"Yıllar oldu ben senden geçemeyeceğimi fark ettim, kapına geldim; sen benden çoktan geçmiştin."