İsmet Özel bir yazısında "yerimi yadırgadım, yerim olmadı zaten kendi mezarımdan başka" diyor. Külliyatı bir yana, bu dize bir yana. Gittiği hiçbir yeri kendi yeri kabul edemeyenlerin ait olamayanların sığamayanların dizesi. Ölümden başka yeri ve ölümden başka kimsesi olmayanların dizesi. Bizim dünyaya bakmamız gereken yerde zaten burası. Dünyayı evi sayanların işlediği suça iştirak etmek istemiyoruz. Tam da bu yüzden yerimizi yadırgamak zorundayız.
Yerim her nereye gidersem gideyim bana dar geliyor. O darlığa sebep olan da esasen benim. O yeri sahiplenmek şöyle dursun, uzunca bir vakit geçti ise de oranın misafiri olarak davranmaktan vazgeçemiyorum. Misafir ne yapar, yer, içer, bir zaman sonra bundan rahatsızlık duyar. Gittiği yere sanki yükmüş gibi hisseder. O yükü içten içe yaşar ve sonrasında bu misafirliğe bir son vermek ister. Bir yere bağlı kalarak yaşamaktansa sürgünlere gark olmak benim haz kaynağım.
İnsan bazen sıkıldığı için yadırgar yerini, bazen yer ona dar geldiği için ve bazen de yerin huzurunu kaçırdığını hissettiği için. Kim bilir yerini yadırgayan, yerdeki şeyden değil, kendinde yadırganacak bir şey buldu ya da gördü de yadırgamak zorunda kaldı. Belki bir hata belki asla yapmam dediği bir şey belki de bir utanç... Olan her ne ise yadırgamanın ardında büyük bir utanç saklı. Başa dönelim, genel itibarıyla Hristiyanlık için geçerli olan ama bizim de bir es verip doğmuş olmanın utancını düşünmeye başlayalım. Doğmamış olsak bugün hiçbir şey yapmamış olacaktık. Bu da bir yük değil mi?
Ben genel itibarıyla yaşamaktan utanmış ve yadırgama yolunu seçmiş idim. Son birkaç vakit bir huzura ermek niyetine sahip oldum fakat anladım ki huzura ermek istemek herkes için hayır olmuyor. Kim bilir belki huzura ermek de bir utancın bize dışavurumudur. Bu sebeple huzursuz bir yaşam hiçbir şey yapmamak için bir anahtar. Pessoanın yaşamış olduğu hayat çizgisi ile yaşamak zorunda isek dahi hiçbir şey yapmamak ile yaşamayı tercih etmeliyiz. Bu sayede utanç duyacak bir şey yapmayarak sadece yaşamak ile meşgul olmak, sonu ölümle biten o soylu seferde gittiğim her yeri kendimde yadırgamak. İşte gerçek haz. İşte gerçek huzur...
Neresidir yerimiz? Bir yarin dizinin dibi mi bir ananın vicdan sesi mi, bir çocuğun içi mı? Neresi yerimiz belleyeceğiz? Yadırgamaktan başka gidecek yerimiz var mı ki? Neden ait olamıyoruz, neden sevemiyoruz bir yeri ya da bir yerde sevemiyoruz? Sorular çoğaldıkça yazı dahi yadırganacak. Neresidir yer? Adem'in cennette ki sürgünü mü, Havva ile yerdeki hüznü mü?
Yerimiz Hira mı ya da Kellimni ya hümeyra diyen Rasul çığlığı mı? Dünyayı evi sayanların işlediği suça iştirak etmemek ümidi ile.
Yerimiz, ölümü arayan soylu sefere...
Kendi çektiği fotoğrafı kullanmama izin verdiği için Melike Baran Hanımefendiye hassaten teşekkür ederim.
Yazı ve şiirlerimi Instagram üzerinden paylaşıyorum. Takibi layık görürseniz sevinirim Efendim. Eyvallah.
İg: uluhakann
Melike Baran
2024-11-26T00:50:12+03:00Ne demek, rica ederim.
Anlaşılması hâlinde; kalbe ve rûha sükûnet bulduracak şeylerin anlaşılması ümidiyle diyelim.
Siz de sağ olun, selâmlar.
Hakan Akçin
2024-11-26T00:37:02+03:00Ben evvel fotoğrafı kullanmama izin verdiğiniz için teşekkür ederim. Yazı için yorumunuza ayrıca minnettarım. Umut ederim, ölmeden anlaşılmak nasip olur herkese. Gerçi her şeyin anlaşılır olması da ayrı bir cinnet hali. Sağ olun Hocam. Selamlar.
Melike Baran
2024-11-26T00:15:07+03:00Evindeymiş gibi hissetmediğin her yer, gurbettir.
Anlaşılmadığını hissettiğin her ân da gurbettesin.
İçten, dokunaklı ve sorgulatan bir deneme olmuş. Kaleminize bereket diliyorum.
Ayrıca yazınız, çektiğim fotoğrafı dile getirmiş âdeta...
Bunun için de ben teşekkür ederim.