Acı bir kahve insana ne hissettirir? Klavyede "hissettirmek" yazmak kadar parmak seğirten bir ikilem değildir umuyorum. Belki dinlediğiniz sayısız hikaye ve onların bitmek tükenmek bilmeyen mutsuz sonları... Herkesin dilinde olan bir müziği öteden beri seven sen, aksi gibi yalnızca senin sahip olmak istediğin ritmin o kıskançlığı? Tüm istemeyişinize karşın doğan güneşin kalp ağrınızı artıran bir tarafına rağmen o büyünün etkisinden kendinizi alamayışınız...

Gün içinde ne zaman içip bitirdiğinizi bilemediğiniz, soğusa da dökmediğiniz, herhangi bir duygu barındırmadan tükettiğiniz kahvenin, hakkını vererek, es geçilen duyguların tüm farkındalığıyla içilmesi gereken bir yeri olmalı hayatta. Birkaç günde bir, haftada bir belki ayda bir. Ama olmalı değil mi? Ağlarken, gülümserken, düşüncelere boğulmuşken... ama tüm bu hislerin farkındalığıyla…

Bazı günler öfke, mutluluk ya da hüzün gibi duyguların tamamından soyutlandığımız anlar olur. O anlar yeşil kupanın da hayata, nefes almaya, iç ısıtmak yerine avuçları üşüten bıçak gibi keskin tarafıyla kahveye küstüğü anlardır. Bu bazen birkaç gün, bazen haftalar sürer. İnat da değil oysa. Hiç mi hiç sevmez o zamanlar kahveyi. Yabancılaşır…

Herkese diklenen, kuyruğu dik tutan kupa en çok o anlardan korkar. Hissetmeye fırsat vermediği, vermek istemediği, sadece yapması gerekenlerin zorundalığıyla hareket ettiği ama hiçbir şey hissetmeden yaşadığı o anların getireceği bir patlama noktası vardır çünkü, bilir. Uzaklaştığı tüm hisler karmakarışık bir halde üstüne dev bir dalga halinde gelirken, bir de kıyıda değilse, uzanıp üstünden geçmesini bekleyemez, işe yarayacakmış gibi kulaç atmaya çalışır. İyi bir yüzücü olduğuna inandığından falan da değil; zaten doğası gereği su üstünde de kalamaz, saniyeler içinde dibe batıverir. Anlayacağınız içgüdüsel bir davranıştır onunkisi.

Ben, avuçları sıcacık yapan, parmakları ısıtan bazen aşırıya kaçıp alev almış halimle elinizi sallayan sizlere kıkırdayan yeşil kupa;

Size bir sır vereyim; bir arkadaş birkaç ay önce dedi ki "seni hiç ağlarken görmemiştim, çok şaşırdım."

Ben de şaşırdım. Dışımdan tebessüm ettim yalnızca.

İçimden mırıldandım; ben ne zaman bu hale geldim? Benim şaşkınlığım ağlayışıma değil de ağlamayışlarımaydı. Sinirini, öfkesini, hüznünü hep ağlayarak atlatan sulu göz biri ne zaman bu kadar katı görünmeye, güçlü görünürken zayıflamaya başlamış hatırlayamıyorum. Hayat dedim o zaman. Küçükken her şeye ağlıyorum diye gülen babam bu sözleri duysa ne hissederdi acaba?


Bir mavi kuş var yüreğimde

çıkmaya can atan

ama zekiyim, sadece

geceleri izin veriyorum çıkmasına,

herkes yattıktan sonra.

orada olduğunu biliyorum, derim

ona, kederlenme

artık.



Sonra yerine koyarım yine

ama hafifçe öter

tamamen ölmesine de izin

vermiyorum

ve birlikte uyuyoruz

gizli antlaşmamızla

ve insanı ağlatacak kadar

güzel, ama ben

ağlamam, ya

siz?


Charles Bukowski-Mavi Kuş