Büyük bir titizlikle katladığı kağıdı zarfa zarar vermeden yerleştirdi. Zarfın içine bir tutam lavanta atmayı unutmadı. Son işlemleri yaparak çantasına aynı titizlikle yerleştirdi ve evden çıktı.


Yürüdüğü yollar, onun için yazılmamış şiirler ve yasaklanmış şarkılar gibiydi. Ayak bastığı her yerden onunla birlikte geçmişti. Attığı her adım kendini ona yaklaştırıyor gibiydi. Garip şeydi, birkaç gün önce yanı başında olduğu halde şimdi yoktu. Bunun sebebiyetini anlamakta zorluk çekiyordu. Korkarım ki hayattan gelen şey ne olursa olsun geri çevrilmiyordu. Buna alışması gerekiyordu.


Postanenin kapısından girmeden önce son kez elindeki yeşil zarfa baktı, narince dudaklarına götürüp kağıdı öptü, okşadı, okşadı. Kendini bırakan göz yaşlarına aldırmadan defalarca kez öptü, kokladı. Ondan ayrılıyormuşçasına mektubundan ayrıldı. Aslında o, bu kapıya her geldiğinde elindeki mektuptan böyle ayrılırdı. Zarfın içine sadece yorgun cümlelerini değil, bitkin ve solgun kalbinide bırakırdı. Her defasında içine koyduğu lavanta, kokusunu onun hasretinden alırdı. Hasret kokardı o yapraklar. Kırgın bir insanın kurumuş umutlarını temsil ederdi bu nazenin bitki. Bir çiçek ne kadar manidar olabilir demeyin. O, ruhunda biriken tüm özlem katrelerini biriktirip lavanta yapraklarına yüklerdi çilesini. Bu yapraklar taşıyabilir miydi bunca yükü, orası bilinmez tabii...


Eve dönmek istemiyordu. Biliyordu ki dönerse eğer, beklemesi gerekecekti. Ondan gelecek mektubu gözleyecekti bitkin gözleri. Pencerenin önündeki koltuk usanacaktı onun bekleyişlerinden. Camlar isyan edecekti saatlerce süren bakışlara. Sulanmayı unutan çiçek ağlayacaktı susuzluktan. Ama o bunlardan habersiz sürdürecekti gözleyişini. Acımayacaktı saatlere, günlere. Dönmek istemiyordu işte bu yüzden. Zaman geçmek bilmezdi evde.


***


ömrün, saymaya fırsat vermediği kadar hızlı geçen uzun bir süre sonra...


Önce her açışında cızırtısı eksik olmayan radyosunun örtüsünü kaldırdı ve sehpanın üzerine koydu. Birkaç düğmeye basarak sabah musikisini dinlemeye koyuldu. Beyninde uçuşan toz bulutları bu sakinleştirici melodiler sayesinde yok oluyordu. Bedeni gevşiyor, ruhu huzur buluyordu. Bir süreliğine dünyadan sıyrılıp, kendini inip çıkan ritimlerin içinde hayal ediyordu.


Mutfak tezgahına geçip çay suyu koydu. Altını kıstıktan sonra gözü gibi baktığı ve kendi hayatını onların hayatına bağladığı bitkilerine yöneldi. Rengini yeni yeni toparlayan sıklemenleri, masum görünüşüyle her gün hayranlıkla yapraklarını okşadığı orkidesini, mis gibi kokusuyla yüreğine ferahlık veren begonyasını ve duruşuyla bitkilerin en asili olduğunu düşündüğü kaktüslerini tek tek sulamaya başladı. Nazikçe hareket ederek bir bir can suyunu çiçeklerinin topraklarına kavuşturdu. Evde esen yalnızlık rüzgârları, bu güzellikler sayesinde diniyordu. Onlarla ettiği sohbetler, herhangi bir insanla ettiği sohbetten çok daha uzun ve sık oluyordu.


Güneşin içeri girmesine izin verdikten sonra çayını

demledi. Odaya bambaşka bir hava katan musikinin verdiği ilhamla güzel bir menemen yaptı. Yanına yakıştırdığı dere otu ve peynirle birlikte masasına yerleşti. Radyoyu kapattı ve pencereyi açtı. Kuşların sesine kulak verdi. Sabahın beraberinde getirdiği esinti eve dolarken onun içi ise sükûnet ile bütünleşmişti. Uzun zamandır yapmadığı kahvaltı, aylardır düzene girmeyen uykuları ve hayattan kopmuş ruh hali onu bıktırsa da düne kadar bu duvarlar arasına huzuru getirecek bir sebep, bir aracı bulamıyordu. Tâ ki rengine bile hayranlık duyduğu, gece boyunca yedi kez okuduğu ve kokusunu başı dönene kadar içine çektiği o yeşil zarf kapısının önüne bırakılana kadar:


"Veda mektuplarından hoşlanmam.

Zaten bu da bir veda mektubu değil.

Belki kavuşmanın, belki karşılaşmanın bir habercisi.

Gökyüzüne dönüp bakıyor musun şu ara?

Ben hatrıma geldikçe kaldırırım başımı;

Sen ve senin güzel lavanta kokun.

Bitkilere ayrı bir sevdan vardı.

Ama gariptir ki lavantayı çok da sevmediğin halde üzerinde onun kokusunu alırdım.

Hatta almayı bırak, içime öyle bir çekerdim ki ciğerlerimde lavanta yetişirdi sanki.

Öyle kokardın işte.

Geçen senelerde ayrılmıştı yolumuz.

Bilmem tarihi hâlen aklında mı?

Benimse... Hep aklımda.

Yüreğime kazınmış olanı nasıl söküp atarım?

Elim yetişmiyor onun muhafaza ettiklerine.

Varsın yetişsin.

Çekip çıkaracak değilim.

Bir haberci demiştim değil mi?

Evet.

Ben dört gün sonra bu saatlerde trende olacağım.

O, acı ıslığını çaldıktan sonra sana,

Köşeye sinmiş, kendini dünyadan soyutlamış olduğunu varsaydığım sana doğru yol alacağım.

Mutluyum.

İçim anlamlandıramadığım kadar fazla huzurla dolu.

Kelebekler değil kuşlar uçuşuyor sanki.

Kanatlarının kalbime her temasında yerimde duramıyorum.

Dört gün nasıl geçecek, bu mektup benden sonra mı elinde olacak bilmiyorum ama her fırsatta gökyüzüne bakmanı istiyorum.

Çünkü sevgili Beyaz Kuğu'm,

Ben çok yakında sana uçuyorum."