Sizce de bırakmanın zamanı gelmedi mi?


Korkmayın sigaradan bahsetmiyorum. Gerçi bıraksanız hiç fena olmaz...


Benim bahsettiğim asıl içimizde tuttuğumuz, ortaya çıkmayı bekleyen, aynı çikolatayı uzaktan gözleyen bir çocuk gibi hevesli yeteneklerimiz. Hadi biraz onlardan bahsedelim.


Bugün her şeyi bir kenera bırakıp öncelikle yeteneğin ne olduğunu sizin için açıklayacağım. Daha sonra biraz sakinleşip aynaya bakıp bizi biz yapan, öz farkındalığın sosyal çevremiz ve geleceğimiz için ne kadar önemli olduğundan bahsedeceğim. Başka bir açıdan bakarak yeteneğin, hayatımızın büyük bir bölümünü kaplayan iş yaşamımızdaki etkileri üzerinde odaklanacağız. Son olarak da at gözlüğümüzü çıkarıp göremediğimiz birkaç konuyu görüp yetenekleri ait olduğu yere, yani özgürlüğe kavuşturacağız.


İlk olarak yetenek, bir şeyi anlayıp onu yapabilme niteliğidir. Bu cümle aslında bütün hayatımızı çevreliyor, aynı zamanda hayat gayemizi anlatıyor. Yeteneğin tanımını biraz daha açmak gerekirse şu şekilde örneklendirebiliriz: Bize söylenen bir cümleyi anlayıp yazmamız bir yetenektir fakat herhangi bir farklılık ortaya koymaz. Kodlama bilmek bir çeşit alfabe gibidir, herkesin yapamadığı bir şey olduğundan sizin farklılaşmanızı sağlar. Her şeyde olduğu gibi yeteneğin de belli seviyeleri vardır. Doğuştan gelen yeteneklerle ortama ayak uydurulur, bu yetenekleri geliştirerek de farkımızı ortaya koyarız. İhtiyacımız olan şey tam da budur.


Yeteneklerin sosyal hayatımızdaki yerine değinirsek: sosyal çevre içerisinde saygınlık ve hoşgörü kazanmak için yeteneklerimizi kullanırız. Diğer insanlardan ayıran bir özellik olan hazırcevaplık ve kaliteli cümle kurmak da bir yetenektir. Bunlar bizim diğerlerinden sıyrılmamızı sağlar.


Unutmamak gerekir ki bazen neye yeteneğimizin olduğunu fark edemeyiz, çoğu zaman fark ettiğimizde bile çoktan geç kalmışızdır. Hatta üzülüyorum, maalesef bu bir gerçek, insanların büyük bir çoğu verilen hediyenin farkına varamadan bu dünyadan göçüp gitti bile. Gittikleri yerde konuştuklarımız pek de önemli olmayacak.


Ne var ki hayat bizi zorunda bırakmadan, nefes aldığımız sürece aynaya bakabilir, düşünüp kendimize bir kucak açabiliriz. Konfor alanı denen bir şey vardır, bunu illaki duymuşsunuzdur. Bizim sıcak evlerimiz, güzel ve rahat yataklarımız birer konfor alanıdır. Konfor alanındayken dünya bizim için dönmeye devam etse bile, kötü haber dünya için pek de öyle değildir. Bunu fark eden atalarımız kitaplar yazmış, bize geçmişten bu yana durmadan bunu anlatmaya çalışmış. Modern anlamda bir yaşıtınız olarak, anlatacağım herhangi bir örnekle birlikte bu durumun doğruluğunu çokça tecrübe ettim ve sizin de bu farkındalıkta olmanız temennisindeyim. Kendinden uzaklaşarak Candy Crush aleminde kaybolan ve benzeri deneyimlerle vaktini tüketen dostlarıma seslenmek istemem en doğal eylemim.


Biz, sosyal çevremiz yahut öz farkındalık derken konuların ne kadar çok farklı uçlara ayrılabileceğini fark etmişsinizdir. Hiçbirine derinlemesine girmeye mazeret yok çünkü deneyim dünyasında yaşıyoruz; anlatmanın değil fark ettirmenin zamanı. Bildiğim en temel doğru, doğrunun deneyimlemeyle bulunacağı. Belki çalışarak, okuyarak yahut çılgınsanız çılgınca bir şeyler yaparak, hiç önemli değil. Sadece kendinizi denemekten, zorlamaktan ve yeni şeyleri deneyimlemekten korkmayın. Ancak hayat bu deneyimlerden ve kendinizi keşfetmekten geçiyor. Dostlarım, söyleyeceğim şu ki, kendi yeteneklerinizi bu şekilde keşfeder, hayatı yaşamaya odaklanır ve yaşadıklarınızı tecrübeye dönüştürürseniz elbet yetenekleri özgür bırakır, yıllar sonra geçmişe baktığınızda kendinizi keyifle izlersiniz.


Başka bir önemli konu, hayatımızın belki de büyük bir kısmını meşgul edecek olan iş hayatı. Hayatta kalmak için para kazanmamız gerekir, bunun en güzel formülü yeteneklerimizi kullanmaktır. Yeteneklerimizi iş sahasında ortaya çıkarmaya çalışırız fakat her şey bazen bizimle alakalı olmaz. Dış etkenler; iş arkadaşları, yönetim ve daha fazlası bizi oldukça etkiler. Yönetime düşen görev, öğrenen bir kuruluş ortaya koymaktır. Böylelikle daha üstün yetenekli ve güçlü bir yapı elimizde bulundurabiliriz. Kuruluş gelişirken çalışanlar da gelişir. Bu durum hem işletmeye hem de çalışanlara değer katmış olur. Bu öğrenimi her bir parçaya entegre ederek öğrenme eylemi ile yeteneklerin gelişimi arttırılır. Rekabet ve zorlu uğraşlar ile yetenekler en üst seviyeye çıkarılır.


Son olarak artık biraz açımızı değiştirelim. Elimizde bilinçli ya da bilinçsiz geliştirdiğimiz birçok yetenek var. Bunların bilincine vardıktan sonra geliştirmek için adım atmalıyız. Bu adımı daha güçlü atmamız için size bir örnek vereyim.


Hadi 1954 yılına gidelim. Beyin felci geçirdiğinizi, sadece vücudunuzda sol ayağınızın tuttuğunu düşünün. Mesleğiniz de yazarlık olsun. O zamanlarda internet şu anki hali gibi değil ya da teknoloji sizin imdadınıza yetişemiyor. Bir kalem bir de kağıt. Hayatınızı yazarak devam ettirdiğinizi, en iyi bildiğiniz şeyin yazmak olduğunu hatta en çok zevk aldığınız şeyin bu olduğunu, bunun dışında yapılabilecek daha iyi bir şey bilmediğinizi düşünün. Mesleğinizi bırakır mıydınız? Bu anlattıklarım Sol Ayağım’ın yazarı Christy Brown‘un başına geldi.


O sizce ne yapmış olabilir?


Elinde olan hayal gücünü, tutkusunu ve yazma aşkını bir eksikliğine satmadı. Öğrenme dedik ya... Hem öğrenip hem de geliştirme... Brown da ayağını kullanarak yazmayı öğrendi. Ve bir kitap yazdı. Son cümlesinde solak olmadığını söyleyerek tekrar tekrar hayatı sorgulamamızı sağladı.


İmkansız olan yoktur, zor olan vardır. Zorun ihtiyacı emektir. Bir şeylerinizi kaybetmeden elinizdekilerin değerini bilin. İmkanlarınızın kapasitesini bilin, anlayın ve geliştirin. Yoksa hayat sizi bir şekilde zorunda bırakır.