Bugün öyle bir uğradım odama, her günkü gelişim gibi ev sahibi edasıyla girmedim kapıdan içeri. Dışarıdan izledim odaya koyduğum izleri. Duvardaki süsleri... Masanın üzerindeki eşyalardan yerdeki çoraplara kadar baktım. Yatağın üzerindeki örtünün duruşuna kadar... Bedenimden ayırdım ruhumu, kendimi izledim yukarıdan. Bugün öyle bir uğradım kendime, bir misafir gibi hasbihâl ettim. Duruşuma baktım. Kendimi bazen sevdim bazen hayıflandım düşüncelerimden; tam olarak sevdim mi beni, pek bilemedim.
İnsan kendine dışarıdan baktığında sevemezse ya da kendi kendine epey farklı ve yabancı gelirse ne yapmalı? Hiç düşünmemiştim. Hazırlıksız yakaladım kendimi yine. Bir düşünceye, bir duyguya yenik düştü zihnim. Olmak istediğim ve oldurabildiğim kişi arasında gidip geldim. :) Kendime yabancılaştım birden. Bu da kim be?
Birkaç gün sonra kendimi yine hiçbir yere ve kendime bile ait hissedemezsem dönüp bu yazıyı okuyacağım. İnsan kendi ayağına da kurşun sıkmaz ya bile bile... :)
Kendimi hiçbir yere ait görmezken her yerle de hemşehri tutmama gülüyorum bazen. Kendi içimdeki o güçle enerjimi sıkıştırıp sıkıştırıp kendi içimde bir dünya kurup sonra o enerji sıkışmasıyla patlama yaşayan bir kütle gibi hissediyorum. Fizik mi biyokütle mi, bilimin hangi dalında, buna ne isim veriliyor? Bilmiyorum ama sonra o en ufacık parçacıktan tekrar aynı enerjiyle sıkışa sıkışa büyüyorum. Belki de etrafımda öyle öyle büyük patlamalar oluşturup küçük yıldız tozları bırakırım he, ne dersiniz? Birilerinin gecesini aydınlatıp ışık olan... Ve birilerinin içine olası umut dolduran... O zaman işte ben sevmiş olurdum var olmayı. Benim aidiyetim yeşertebildiğim gönüllerde başlıyor. O zaman sevmeye başlardım işte yukarıdan baktığım kişiyi. :)