Sevgili günlük,


Öncelikle mevcut duruma uygunluğu sebebiyle seçmekten kendimi alamadığım ama komik olmayan, olsa olsa trajikomik diyebileceğimiz bu başlık için özür dilerim. Sana iyi haberlerim yok. Ülkem cayır cayır yanıyor; günlerdir kül olan ormanları, yerleşim yerlerini, kaybettiğimiz hayvanları izliyoruz haberlerde. Bu sefer kaçamayacağımız kadar büyük, görmezden gelemeyeceğimiz kadar mühim bir felaket bu. Gerçi canım ülkemde yaşanan her felaket büyük oluyor, haksızlık etmeyeyim. Ama eş zamanlı olarak bunca bölgede yıkım olunca... Nasıl hissettiğimi/zi tahmin etmek çok zor değildir. Birçoğumuz aşırı üzgün ve düşünceli halde. Kalanların çirkinliklerinden şimdilik bahsetmeyeceğim.


Neredeyse aldığımız nefese bile vergi vermemizle tanınan bir halk olarak, böyle bir afetler zinciri anında neden kısa süre içinde sorunun çözülemediğini, neden ekiplere yardıma giden bir sivilin hayatını kaybettiğini, neden yeterli ekipmanımız olmadığını, bilinçsizlik ve ihmalin neden bu kadar yaygın olduğunu anlayamıyoruz. Sevgili günlük beni bilirsin, haksız yere muhalefet etmekten imtina ederim, daima yapıcı olmanın tarafını tutarım ve hayatımı nefretle yönetmem. Ancak, malum olaylardan sorumlu bir kurumun yöneticisi en ihtiyaç duyulduğu zamanda bir düğünde olduğunu söyledi bizlere, hem de helallik isteyerek. Varsa hakkım etmiyorum. Not düşmek istedim.


Afet bölgelerine bizzat yardıma gidemeyenler olarak, ilk etapta aklımıza gelen ilk yardım şekli olarak TEMA'ya bağışlar yaptık, kampanyaları yaydık ama genç yetişkin diye adlandırılan yaştaki bir birey olarak, bunun da en mantıklı seçenek olmadığını üzülerek öğrendim. Öncelikle, yanan ağaçlar için doğaya yenilerini ekmek elbette güzel bir fikir, niyetimizin halis olduğu ise açık. Yalnız şöyle durumlar var; birincisi, vakıfların, stk'ların diktiği/dikeceği ağaç türleri büyük önem arz ediyor çünkü bazıları zaman içinde tehlikeye ve zarara sebep olabiliyormuş. İkincisi ise şu anda bağışlanan fidanlar zarar gören bölgelere yaklaşık bir yıldan önce dikilemeyecek ve asıl önceliğimiz olan maddi manevi zarar görmüş ihtiyaç sahibi ailelerin durumunun aciliyetini gölgede bırakabiliyor. Üçüncüsü doğa zaten kendini dışarıdan müdahaleye ihtiyaç duymadan zamanla yenileyebiliyor ancak yitirdiğimiz bazı hayvan ve bitki türlerinin telafisi yok.


Yani sevgili günlük, çok karışık ve can sıkıcı durumlar içindeyiz. Kaş yapalım derken göz çıkarmamaya çalışıyoruz, bir yandan hiçbir işe yaramadığı halde her zor durumda istisnasız yapılan toplu hareketler (insanların vicdan rahatlatmak için, ben de bir şey yaptım hissi yaratıp sahte tatmin sağlayan twitter tt'lerine katılması, gerçek bir duyar barındırmadan kopyala yapıştır yapılan ve neye hizmet ettiği belirsiz metinler...) arasından gerekli şeylere ulaşmaya çalışıyor, bir yandan neden bireysel olarak bu kadar çok şey düşünmek, koşturmak zorunda olduğumuzu anlamaya çalışıyoruz.


Dayanışma içinde olmak tabii ki çok güzel. İnsanların birbirini gözetmesi, bazı güzel duyguları, yardımlaşmayı, merhameti kaybetmemek benim bu hayatta tutunduğum iki üç şeyden biri ama neden zor durumlarda sırtımızı devlete dayayıp güven içinde haberleri takip edemiyoruz? Depremde, selde, yangında, kazada, hastalıkta bakanlıklar yerine neden Haluk Levent'e ulaşmaya çalışıyoruz, bu ülkenin kaç Ahbap'a daha ihtiyacı var, yetkililerimiz en kötü durumlarda bile neden başarı sayılamayacak verilerle övünebiliyor?


Sevgili günlük, şu durumda bile, her zaman olduğu gibi, birilerinin tek derdinin hala kendi çıkarları ve kişisel nefretleri olduğuna inanabiliyor musun? Sağı solu olmadan hem de. Biz normal, sıradan insanlar olarak evsiz kalmış vatandaşları ve kayıpları düşünerek üzülürken, asıl niyetinin ne doğa, ne hayvanlar ne de insanlar olmadığını çok güzel belli eden deliler var aramızda, milyonlarca. Birinin derdi etkileşim, birininki alkış almak, ötekininki nefret yaymak.


Süreç hakkında teknik bilgi veren, uzmanlık alanına dair paylaşım yapan kişiler ilgi görmüyor. Bundan sonrası için ne yapmalıyız, bizi hangi tehlikeler bekliyor gibi şeyleri konuşmamız gerekirken ortada dolaşan bin bir çeşit iddiaya kafa yormak zorunda kalıyoruz. Bağış yapılan kurumlar güvenilir mi, hayati derecede önem taşıyan birimler neden öğleden sonra saat üç civarı kepenk kapatır, biz ne zaman ülkece düzgün organize olmayı öğrenip mağduriyetlerimizi en aza indirebileceğiz? Gördüğün üzere saymakla bitmiyor. Hangi vaatler yerine getirilecek merak içinde bekliyoruz.


Yaşananlarda tek bir suçlu aramıyorum, terör örgütlerini veya iklim krizleriyle bağlantılı sorunları asla reddetmiyorum. Ama şu var ki, ne kendimi ne de ülkenin topraklarını güvence altında görmüyorum. Ben depremde saatler sonra enkazdan kurtulan bir bebekle, yangında doğup hayatta kalan bir hayvan yavrusuyla teselli bulmak istemiyorum artık. Bu canları, mucize diye nitelendirilen şeyleri tabii ki küçümsemiyorum, gözümde yaşlarla seviniyorum diğer birçok insan gibi ama matematik basittir: bir ya da iki artı binlerce eksiyi götürmez. Bu denklemlerin bizi mutlu edebilmesi için daha değil kırk, kırk bin fırın ekmek yememiz gerekiyor zannımca.


Biliyorum çok konuştum sevgili günlük ama ne yapayım, söyleyeceklerim bitmiyor. Ortada bir yığın var. Problemlerin, yanlış anlaşılmaların, bilgisizliğin, acıların, kayıpların, üzüntünün, feryatların üst üste bindiği bir yığın. Artık kimse ne yapacağını, ne düşüneceğini, nasıl yaşayacağını bilmiyor. Her yer yargılama, her yer duyar, her yer çaresizlik, her yer kutuplaşma. Hep sorun sorun sorun sorun, çözüm diyen seslerin sayısı öyle az ki.


Her şeyimiz azaldı. Tahammülümüz, sevgimiz, hatta vicdanımız belki. Karmakarışığız, düzgün düşünemiyoruz. Şu an benim midem bulanıyor mesela. Tüm cehaletiyle gelip, konu hakkında müthiş tespitler yaptığını sanıp kendini kanaat önderi sayacak sayısız insan tanıyorum, görüyorum çünkü. Neden-sonuç ilişkisi kuramayan, at gözlükleriyle hayata bakarken kendini en doğru, en haklı sanan, dillerine doladıkları saçma argümanları tek kurtuluş yolu olarak gören, başkalarını sorgulamamakla itham ederken kendileri ezbercilikten başka bir şey bilmeden savaşçı olduğunu zanneden, tek yürek olmanın ne demek olduğunu asla öğrenemeyen... Öyle insanlar işte.


Dert bir değil ki üstüne eğilip halletmeye çalışasın. Bu söylediklerim için bile benden nefret edecek çok kişi var. Çünkü kime, onun fikriyle aynı olmayan bir şey sunsan hakaret işitiyorsun bu ülkede. Eğitim seviyesi, tarafı hiç fark etmiyor. Binlerce örnek var aklımda ama yeterince başını şişirdiğim için yazmayacağım sevgili günlük. Esas konuyu unutmamışsındır umarım, ülkem yanıyor.


Devlet dediğimiz şey koskocaman bir yapı. Ben haklı olarak hayal kırıklığına uğradığımda bir şeyleri eleştiriyor, hesap sormak istiyorsam düşman olmuyorum. Yine aynı şekilde, yerli yersiz her konuda kendimde zerre hata aramayarak "uçan kuştan bile onlar sorumlu" diyerek kenara çekildiğimde de muhalif olmuyorum. Aklı başında olmak, muhakeme yetisi, bunlar önemli şeyler. Ne kadarına sahibiz merak ediyorum.


Her şeye rağmen, hala nasıl yaşıyoruz bilmiyorum. Daha düz, daha basit hayatlarımız olsaydı keşke. Biraz toz pembe, biraz da sakince. Mantık çerçevesi içinde konuşulmasına rağmen dinlememeye yemin etmiş bunca insandan, her ihtiyaç duyana yardım eli uzatamamaktan, insanların bu kadar bencil, düşüncesiz, kötü kalpli, art niyetli olmasından, günden güne tükeniyor olma hissini aşamamaktan, yanlış anlaşılmaktan, derdimi anlatamamaktan, doğru bildiğimi yaptığımda aşağılanmaktan, sayamayacağım kadar çok saygısızlığın eskisinden de hızlı şekilde yayılmasından, her şeyden bıktım.


Kusura bakma sevgili günlük, alışık olmadığın bir şekilde yazıyorum bugün sana. Ama şaşırmana gerek yok çünkü biliyorsun ki ben Türkiye'de yaşıyorum. Tarifi imkansız çok şey yaşanıyor burada, uzun zamandır. Yani sadece bugün değil, her gün "yine yangınlar yine ben" diyebiliyorum.


30 Temmuz 2021