Üzerimdekilere son kez göz gezdirdiğimde kendimden memnundum. Giydiğim siyahlar tam olarak beni yansıtıyordu. Siyah boğazlı kazağım pantolonuma öylesine sıkıştırılmış, kazağımın kolları çok giyilmekten olsa gerek, biraz sünmüştü. Dışardan bir göz görse dağınık, pasaklı olarak düşünebilirdi ama benim son düşüneceğim şey bir başkasının benim hakkımda düşündükleriydi. Dağınık odamda duvar kenarına fırlatılmış, içinde ne varsa etrafa saçılmış olan çantama gözüm kaydı. Dökülenleri rastgele içine koyar koymaz hızlıca ayakkabılarımı giyip evden çıktım. Acele etmeliydim. Siyah paltomu merdivenlerden inerken giymeye çalışıyordum. Yalpalayarak dışarı çıktığımda beni sert bir rüzgar karşıladı ve vücudum bir anlığına titredi. Uyuşmuş bedenim az da olsa kendine gelmişti. Aslında otobüsle gideceğim bu yolu geç kaldığım için taksiyle gitmek zorundaydım. Bir yandan gözlerimle yoldan geçecek bir taksiyi ararken bir yandan beynimin içinde dönüp dolaşan düşünceleri savuşturmaya çalışıyordum. Kendi içimde düşüncelerimle çatışırken onuncu dakikanın sonunda bir taksi bulabildim. Taksinin geçtiği yolları, denk geldiği manzaraları ezbere biliyordum ama yine de camdan gözlerimi ayırmadım. Taksicinin bana olan meraklı bakışlarını göz ardı ederek yola bakmayı sürdürdüm. Geçtiğimiz yolda girdiğimiz ağaçlık alana gözüm takıldı ve bir an, sadece küçük bir an bu yerden gitmek, kaybolmak istedim. Olan biten ne varsa geride bırakarak sadece kaybolmak... Ardımda bıraktıklarımı düşünmeden bir kere de olsa kendimi düşünmek, bencil olmak istedim. Taksi ileriden sola döndüğünde artık geldiğimizi anlayarak siyah paltomdan bir ellilik çıkardım ve taksiciye uzattım. Para üstünü elliliği çıkardığım paltomun cebine öylesine geri sıkıştırdım ve binadan içeri adımımı attım.

Genç adam kızın girişini yukarıdan gördüğü için çoktan merdivenleri inmeye başlamıştı. Girişe geldiğinde bir süredir tanıdığı bu kızın görünüşüne artık alıştığını fark etti. Aslında kızın gayet güzel ve alımlı olduğunu sadece giydiklerinin onu olduğundan daha çirkin ve paspal gösterdiğini düşünüyordu. Giydiği siyahlar sanki onu tamamlıyor gibiydi. Ona siyahtan başka renklerin yakışıp yakışmayacağını hayal etti. Dağınık, koyu kızıl rengi saçları sanki toplanmaya çalışılsa bile asi olduğundan yine dağınık kalacak gibiydi. Boyu kendisine kıyasla biraz kısaydı. Ufak tefek bir kız gibi görünse de bazen bakışları bir insanı soğukkanlılıkla öldürebilecek gibi bakıyordu. Kızı incelemeyi bıraktığı sırada ona söylemesi gerekenler aniden beynine doluştu. Göğüs kafesinin ciğerlerine baskı yaptığını hissetti. Yeni çıkmaya başlamış sakallarını sağ eliyle sıvazlarken sıkıntılı nefesini yavaş yavaş dışarıya saldı ve ona doğru yaklaşan kıza öğrendiklerini nasıl söyleyeceğinin yollarını aradı. Kız yanına geldiğinde sanki olacakları sezmiş gibiydi. Genç adam konuşmayı sonraya ertelemiş, sadece küçük bir göz işaretiyle onu takip etmesini söylemişti.

Geçtikleri koridor boyunca ikisi de fazlasıyla sessizdi. Genç kızın sırtından gerginlikten ya da dışarıya kıyasla hastanenin fazlasıyla sıcak olmasından da olabilir terler akmaya başlamıştı. Bir an üzerindeki paltoyu çıkarmak istese de bunun şu an için gereksiz olduğunu düşünerek bu fikrinden vazgeçti ve sessizce yürümeye devam etti. Köşeyi döndüklerinde asansöre doğru yöneldiler. Asansörün kata geldiğini belli eden sesten sonra aynı sessizlikte asansöre bindiler. Biraz klişe olsa da ikisinin aynı anda kat düğmesine yönelmesi ortamdaki gerginlik ve soğuk havayı bir nebze kırmıştı. Bu durum ikisinin de dudaklarının saliselik de olsa kıvrılmasına neden oldu. Birlikte asansörden indiler. İşte yoğun bakım ünitesi tüm karamsarlığıyla onları çekiyordu. Genç kız cam olan kısımdan içeri baktı ama gördüğü manzara kaşlarının çatılmasına neden oldu. Burada yatan kendi annesi değildi. Merakla gözlerini genç adama dikti. Ondan gelecek iyi bir haber bekledi. Umudunu kıran şeyse genç adamın ona acıyan gözlerle bakmasıydı. Belki biraz da hüzün vardı gözlerinde ama genç kız bunları görecek durumda değildi. Genç adam aklında türlü konuşma provaları yapmasına rağmen ağzından çıkan tek cümle "Anneni bu sabah kaybettik." oldu. Genç kızın buğday tanesi kadar olan umudu da bu cümleyle yerle bir oldu. Annesini son kez görmek istediği için kendisini morga indirmesini istedi. Buraya gelirken küçük de olsa kalbinde büyüttüğü umutlar şimdi ellerinde paramparça olmuş, kendisini de alaşağı etmişti. Morga geldiklerinde annesinin olduğu sedyenin örtüsü açıldı. İşte şimdi tam anlamıyla bir yıkımdı genç kız için. Pamuklara sarmak istediği annesini küçük beyaz örtüyle sarmışlardı. Burası soğuktu. Annesi soğuğu hiç sevmezdi ki... Ellerini tuttu annesinin ama annesi parmaklarını öpememişti bu sefer. Umut şimdi öylesine bir kelimeydi onun için. Dört harfli, insanları önce göklere çıkaran, daha sonra tam ona tutunmuşken yere çakandı. Annesi duayı dilinden düşürmez, umudunu kaybetmezdi ama bak şimdi o umut onun ciğerini söken bir yırtıcı kuştu. Dışarı nasıl çıktığını bilemedi. Ciğerlerindeki nefesin bittiğini hissediyordu. Beyni karıncalanıyordu ve her an bayılacak gibiydi. İçini delip geçen bu haberden sonra evine gidip uyuyacak mıydı? Bu defa uyuyamazdı. Artık hiçbir şey eskisi gibi olmayacak ve bir tarafı tamamlanmamak üzere eksik kalacaktı. Ağlasa geçecek miydi? Hayır. Bunu kendisi çok iyi biliyordu. Gözüne bir yer kestirse hemen gidip oturacak ve içini dökerek ağlayacaktı. Hep böyle yapardı. İlk önce deli gibi ağlar, sonra hayata devam ederdi. Hiçbir zaman yenik düşmezdi çünkü o annesinin kızıydı. Böyle derdi annesi ona. Düşüncelerin biri gitse ardına bir yenisi ekleniyordu. Oturduğu banktan kalktı. Kafasından eve gitmek geçiyordu ama annesinin bir daha giremeyeceği eve kendisi de giremezdi. Ayaklarını gittiği yönün tam tersine çevirdi ve aklına gelen başka bir yere doğru adımladı.