Yine o vakitlerden biri… Kendinden emin bir çift postalın altında çatlıyor kurumuş yapraklar, ezilip saçılıyor solucanlar. Avcı her mevsim tepeden tırnağa farklı bir ölüm kesilir. Orman bunu bilir çünkü avcı çok kez yapraklara silmiştir bıçağındaki kanı ve çiçek açmaktan usanmamıştır gelinciklerin, tavşanların ölümleri ertesi.


Biri ötekini eksiltmekte ısrarlı; ötekiyse yaralarını sarmakla tanıdı kendini. Orman taşından toprağına sert, pütürlü, yaşlı mı yaşlı bir ten şimdi. Ortak bir dil, ortak bir acı çarpıp uğulduyor ağaçlar boyu. O artık sonu gelmiş bir dünyanın yorgun yüreği, atışları arada bir avcının varlığı karşısında hızlanıyor.


Avcı da en fazla orman kadar bilir beşeri. Ötekilerden ayrı bir yol çizmiş kendine. Ancak inzivasından, yalnızlığından öyle naif bir bilgeliğin esamesi okunmuyor. Tüfeklerini yağlayıp bıçaklarını biliyor; geçmiş avların kelleleri altına oturup tütün içiyor saatlerce. Yüzünde eski savaşlardan kalma yaralar falan yok. Çünkü boyu boyuna denk hayvanların peşine düşmez pek, düşse de mesafesini korumayı bilir. Pençelerin, dişlerin kendisine uzanamayacağı bir yerden çeker tetiği. Bıçağını yalnızca savunmasızların ve ölmüşlerin etine değdirir.


Yine o yalnızlık saatlerinden biri, geçmiş avların anısı doyurmuyor ruhunu. Kemireceği yeni bir ölüm gerek, tutup dişleyeceği taze bir ceset. Kendi ağırlığınca kuşanıyor. Yelek yelek üstüne, omuzlarında fişekler ve kınında bıçağı. Kalın mı kalın bir paltonun içine gizleniyor. Akşama saatler var ama hava bugün farklı. Karanlık epey ilerlemiş. Ama avcı korkacak değil. Korktuğu şeyler varsa da bunları kendine itiraf edecek değil.


Orman da değişimin farkında. Yıllardır karşısında sindiği avcı bugün pek bir dalgındı. Öyle ki boşluğa üç kurşun attı. Üç kurşun, ormanın üç başka yaprağını sıyırdı.


Avcı adımlarını giderek daha temkinli atıyordu. Bilmediği topraklarda yürüyordu sanki, ayakları altında binbir tuzak vardı. Oysa orman aynı orman, toprak aynı topraktı.


Orman ne kadar çekingen olsa da daha bilgeydi avcıdan. Düşmanın zaafını gördüyse de pusuya yatmadı. Her zamanki suskunluğunu koruyup bekledi. Çünkü yaklaşan gecenin beraberinde neler getirdiğini anlamıştı. Birden büyüdüğünü hissetti, en el değmemiş kuytularından doğruldu. Ağaçlarının hepsi birden çıtırdadı, kurumuş dereleri bir ağızdan çağıldadı. Yapraklarıyla kocaman genişleyip toprakla göğün arasına gerdi kendini. Artık ışık düşmeyecekti içine, kaldı ki yüzyıllardır tek bildiği karanlıktı.


Avcı ise sahte kararlılığında ısrar edip ormanın daha bir içine yürüdü. Kendine aldanmış bir ruhtu o, ormanın suskunluğu karşısında sahiden korkusuz sanmıştı kendini. Gece iyiden iyiye çöküp sımsıkı tuttuğu tüfeğini bile göremez olduğunda durdu. Ufacık bir kıpırtı, küçücük bir ses duydukça soğuk terler akıttı şakaklarından, kocaman yutkundu. Eve giden patikalar yeryüzünden silinmişti artık. Çaresiz dizlerini çöküp gökyüzüne baktı ve yalnızca yaprakları gördü. Yıldızlar bir daha yol göstermeyecekti ona. Bir soğuk esinti aradı teni, kendini kuşatan hiçliği delip geçecek bir başkasının eli… Ama yalnızca geceyi duydu, dünyanın son gecesini. Orman kendi içine kapanırken avcı ilk kez kendisi oldu. Korkak bir ölümlü, ölene değin kendini kandırmış biri.