Kapısı kırık, çatısı uçmuş bir kulübe. Yaklaşan yok oluşu ilk kez buradan gördü. Bir sabah güneş yüzüne vurmadı ve geç kaldı uyanmaya. Doğrulup silkindi. Saçlarında, kulaklarında, pantolonunun yırtıklarında saman, insana benzeyen bir korkuluk gibi dikildi. Ki korkulurdu ondan, cebinde hep bir ustura taşıdığı bilinirdi.
Ustura taşırdı çünkü ayna barındırmazdı evinde. Saatlerce yürüyüp göle varır, olanca yorgunluğuyla suya eğilirdi. Sudaki yansımasını seyreder, usturasını çıkarıp tıraş olmaya koyulurdu. Süzülüp çenesinden düşen bir iki damla kan, sudaki yansımasını bulandırırdı her seferinde. Belki hiç görmemiştir kendini ve yüzüne durup bakmamıştır kimse.
Yok oluşu ikinci kez burada gördü. Elinde ustura, çöktü dizlerinin üstüne. Ama suda onu karşılayacak o tanıdık yüz yitik. Karanlık ondan önce varmış. Sevmediği bir dünyaya aralanmış, hep uykulu, yarı açık gözlerinde bir korku. Her zaman varlığına yaslanılmış bir duvarın, kuşku duymadığı bir avuntunun şimdi zamansız yokluğu.
Usturayı suya daldırdı. Çemberler çizdi, haçlar kazıdı göle. Karanlık bulanmadı, dalgalanmadı; önce usturayı, sonra kolunu göremez oldu. Biraz daha eğildi. Suya batırdı kafasını. Kulaklarında gölün uğultusu... Çoktan susmuş, terk edilmiş bir dünyanın derin mi derin soluğu...
Kendini otlara sırtüstü attı. Oysa bunu yalnızca yağmurlu günlerde yapardı. Hiçbir yeri kuru kalmayana değin sağa sola yuvarlanır, yağmura bürünür, ıslak ve yorgun bir hayvan gibi uyuyakalırdı. Şimdi uyunacak zaman değildi. Çünkü tatmadığı bir acı sunuldu ona, bulutlar bilmediği bir göğe aralandı.
Otlar kuru ve rahat. Bir şeyler karnının üzerinden yürüyüp geçti. Tüm bedeniyle duyumsadı soğukluğunu gitgide yüzüne doğru eğilen gecenin. Tarif etmek istese neyi kime benzetecek? Yüzleri bile birbirinden ayırmayı bilmez. Ona kalsa hepsi bir beşerin. Çıplak ayaklarla yürümüş ya da çamurlar içinde sürünmüş, insanların arasından geçmiş ya da geçmemiş, hepsi bir. Yarım ağız kimi sözler etmiş ve anlaşılmamış ya da adaklar adanmış efsunlu sözcüklerine, hepsi bir.
Zamandan muaftır deli ama yarım yamalak bir şeyler hatırladı. Mesela birtakım insanlar üzerine atılmış ve evinden uzakta bir yerde uyanmıştı. Her nasılsa kulübesinin yolunu bulmuş, her nasılsa bir gece vakti evine varmıştı. Neredeydi ve ne söyleniyordu kendi kendine? Kimse sormamıştı.
Bellek bir kıyı gibi çer çöpü biriktirir. Şimdi yıllar sonra o çer çöp içinde kendini bulacak değil. Ki bir parça kuru ekmeği bile aramışlığı yoktur. Bu uğultu geceye aitmiş ya da karnından gelmiş, hepsi bir.
Ve her şeyi unuttu. İçinde sözcükten, görünümlerden sıyrılmış yalın ayak bir korku. Geceye bakakaldı yeni doğmuşçasına şaşkın gözlerle. Sır ona açıklanıyor, hiçlik el ediyordu ona doğru.
Ay belirir ve usturanın çeliğinde görür kendini. Dünyanın bir yerinde bir deli ve gökyüzü karşı karşıya gelir. Göğe sırtını dönüp göle bir kez daha eğilir deli. Usturayı yüzüne vurur ve bekler. Ay ışığı artık kanla lekenmiş bir şeydir. Suda birisi varmış ya da yokmuş, hepsi bir.
Kenan Birkan
2022-07-26T20:49:32+03:00Dingin bir diliniz var, kaleminize sağlık.
fatih mert
2022-07-26T15:48:10+03:00Teşekkür ederim 😊
Kevser Karakaş
2022-07-26T12:35:00+03:00Yine güzeldi, dilinizdeki sakinliği seviyorum. Kaleminize sağlık. 🌿
Meriç Koç
2022-07-26T12:25:06+03:00Deli mi bu yahu dedirten içten bir öyküydü. :)