Yatakta uzandığı yerden ayak parmaklarına bakıyordu. Pembe ojenin parmaklarına yakışmadığına bir kez daha karar verdi. Hep bu kararı almasına rağmen elinin bu ojeye gitmiş olmasına anlam veremedi.

Dokuzu yirmi geçiyordu. Adamın gelmesine kısa süre vardı. Ayağa kaktı. Salona kadar gidince bir üşüme geldi. Tekrar yatak odasına dönüp gardıropta bir hırka aradı. İnce bir tane buldu. Biraz büyüktü ama işini görüyordu.

Gardırobun büyük aynasında kendini seyretti bir süre. İki göğsünü tutup dudaklarını büzdü sonra bir kahkaha attı.

Bir daha salona geldi.

Etrafa bakındı. Eşyalardan adamın karakterini okumaya çalıştı. Sadelik burada da vardı. Kahverengi hâkimdi içeride. Duvarın televizyon arkasındaki kısmı ateş tuğlalıydı. Sıvasız boyasız sade duvar sevmezdi aslında ama burada güzel durduğunu düşündü. Televizyonun sol ve sağ tarafında orantılı olarak yerleştirilmiş iki tablo vardı. Wyeth kopyalarıydı ikisi de. İçeriye uymayan tek şeyin onlar olduğuna karar verdi. Kütüphanenin sağında, solunda ve üste ikişer karışlık tuğlalar dışındaki evdeki diğer duvarlar açık renkteydi, açık renk her boyanın adını şampanya ile başlatıp söyleme huyu vardı. Şampanya yeşili dedi bu sefer. Adı ne olursa oldun ateş tuğlalarla güzel bir tezat oluşturuyorlardı. Mutfaktaki beyaz dolaplar da duvar rengiyle uyumluydu. Bütün eşyalar arasında ayrık duran bir eşya göremediği için aynı anda yapılmış olduklarına karar verdi. İç mimar çalışmıştı. Belliydi. Adamın parası vardı sonuçta. Orta sehpanın üzerindeki biblo ve heykeller bile uyumluydu çünkü. Tablolar hariç.

Etrafla işi bitince konu, kafasında dönüp dolaşıp kendine, yani niye burada olduğuna geldi. Bulunma nedenini düşünüce içi ısındı sonra birdenbire canı sigara çekti. Beş yıl önce bırakmıştı. Ne içki içtikleri akşam ne de başka bir gün aklına gelmeyen şey neden şimdi aklına gelmişti ki. Etrafa şüpheli gözlerle baktı. Sigarayı hatırlatan ne olabilirdi acaba. Bulamadı.

Adamın anahtarları verdiğinde gülen gözlerini hatırladı. Sevgi vardı içinde hatırlıyordu. Güzel kelimeleri aklına geldi, göz açıp kapanıncaya kadar zihninde titreşen kelimeler omurgasını dik duruma getiren bir kasılma yarattı.

“Anahtar” dedi birdenbire.

Anahtarları nereye koyduğunu hatırlamayınca kendine güldü.

Salonda, yatak odasında ya da mutfakta, herhangi bir yere koyduğunu hatırlamıyordu. İlk giriş anından bulunduğu noktaya kadar olan kısımda bir anahtar sesi yoktu kafasında. Cebine ya da çantasına koysa şıngırtısı rahatlıkla aklına gelirdi.

“Ya içeri hiç almadıysam.” dedi.

İçeri hiç almadıysam kapıdadır o zaman.

Kapıya doğru hızlı adımlarla vardı. Kendine doğru çekerken şıngırtıyı duydu.

Gerçekten de oradaydı. İlk defa yaptığı bu hatayı unutmayacağını biliyordu ama garip bir memnuniyet içindeydi. Anahtarı ortadaki sehpanın üzerine bıraktı. Bıraktığı zaman anahtarlığın süs kısmında ucu yanık sigara olduğunu gördü. Gülümsetti bu onu.

Salonda bir süre ayakta durdu.

Salon ona anahtardan önceki zamandan daha sessiz geldi. Sessizliğe yenilmemek adına bir şeyleri düzenleyerek vakit geçirmek en iyisiydi.

Etrafına baktı. Düzene sokulacak hiçbir şey yoktu. Yıkayacak bardak yoktu, bakmıştı. Evin kullanıldığına dair bir hiçbir iz yoktu gözünde. Yalnızca yatak örtüsü biraz kırışmıştı. O da kendisine aitti.

Kanepe üzerindeki yastıkları düzeltip derin bir nefes aldı. Araştırmada ikinci aşamaya geçti. Gözlerini kısıp etrafa daha dikkatli bakmaya başladı. Ondan da sonuç alamayınca görünmeyen yerlere bakmaya karar verdi. Komik olduğunun farkına varmadan eğilip tekli koltukların altına baktı ilk olarak. Bir şey yoktu ikisinde de. Kafasını biraz çevirip kanepenin altına bakmak isterken sehpanın altındaki halının üzerinde yırtılmış, sarı bir kâğıt gördü. Dikdörtgen sehpanın köşegenlerinin kesişim noktasına yakın noktasındaydı. Bulunduğu nokta ve ulaşılmasının zorluğu, kâğıdı daha önemli kıldı. Kolun iyice sokup onu aldı ve sırt üstü uzanırken iki eliyle kenarlarından tutup baktı. Kare şeklindeki yapışkan not kâğıtlarındandı. Boş olduğunu görünce gülümsedi. Önemli bir şey yazacağını hissetmişti. Kitaplıkta üçüncü rafta bir kalem vardı. Hatırlıyordu. Hızla ayağa kalktı. Gerçekten de oradaydı. Zorlu bir hafıza oyununda başarı kazanmış edasıyla ilerleyip kalemi aldı. Kâğıt ve kalemi yemek masasının üzerine götürdü. Normalde yapmayacağı bir şeyi yaptı ve kalemle kâğıdın üzerini bastırarak karalamaya başladı. Bu sayfanın üstündeki bir kâğıda yazı yazılmışsa izi alttakine kalmış olmalıydı.

Bir şey çıkmayınca kahkaha atıp kâğıdı buruşturdu.

Mutfağa kadar gidip çöp kutusunun pedalına bastı. Kapak kalktı. Neredeyse bomboş olan çöp kutusunun dibinde küçük, yuvarlak ve parlak bir şey duruyordu. Diz çöktü, baş ve işaret parmaklarının arasında dikkatlice tuttu. Bu, adamın kullandığı insülin şişelerinden biriydi, çatlaktı. Çöpe kâğıtla birlikte geri koydu.

Çöpten koltuğa doğru mankenler gibi yürüyüp kendi kendine eğlendi. Ayaklarını sehpanın ucuna koydu. Zor yetişiyordu ayakları. Sol serçe parmağının üstündeki bir oje lekesini fark edip kazımaya başladı. Leke kaybolunca, gözlerini kaldırdı ve sonunda gülümsedi. Bu garip yalnızlık hoşuna gitti. Uzun zamandır cenazeden dolayı fazla sayıda insan görmüş sonra da mirasta adı geçtiğinden yasal kısımlarla uğraşmak zorunda kaldığı için farklı bir yoğunluğun içine girmişti. Bütün bunların arasında çocukla uğraşmak da ayrı yorucu olmuştu.

Işığı kapatıp tekrar koltuğa oturdu.

Dakikalar geçiyordu ama ışığı inatla açmıyordu. Kime inat ettiği sorulsa cevabı yoktu tabi. Öylece, yalnız oturmak istiyordu.

O yalnızlığın gölgesi, adamın bir daha gelemeyebileceğini fısıldadı.

“Herkes gider.” diye de ekledi.

Odanın ışık kaynağı, şehrin sızmaya çalışan aydınlığıydı. Perdeyi açmalı, o manzaraya bakmalı, dayanmalıydı. O zaman içine işleyen korku da erir giderdi. Perdeyi çekip açtı. Apartmanların tepesinden az da olsa görünen geceye doğru baktı, kendi kendine bu lekeli karanlığın o kadar da kötü olmadığını söyledi... derin ve salt, geniş ve soğuk, ama kötü niyetli bir şey değildi. Hele kişisel bir tehdit hiç değildi.

Ayak sesi gibiydi kalp atışları. Önce koşan, sonra hızlı yürüyen ayak sesleri geliyordu vücudunun içinden. Sorunla yüzleşmek işi çözümleyeceği yerde daha beter etmişti. “Neler oluyor burada?” diye sordu kendi kendine. Düşünceleri birbirine çarpıp duruyordu.

Adrenalini önleyerek sakinleşmek için kafasına komutlar gönderip durdu. Tamam, evet, adam çok iyiydi; tamam, evet, işi biraz tuhaftı. Kendini kaptırıp sürüklenmeyi çok istemesi normal miydi? Doğanın kanunlarına aykırı düşen, gerçekten imkânsız bir şey olmadığına göre devam etmeliydi.

Karşılaştırma yapmak istemiyordu ama kocası öldüğünde ona karşı bu hislerde olmadığının farkındaydı. Yapmaması gerektiğine inandığı bu karşılaştırmadan dolayı utandı. Çocuğuna göstereceği ilgiyle kendini kocasına affettireceğine inancı olmasa daha fazla üzülebilirdi. 

Şimdi, kendini yaşlanana kadar yalnız kalacağına ikna etmiş olduğu zamanda yani, adamı bulduğu için mutluydu. Kendisinden küçük üç kardeşine üniversiteye gidene kadar baktığı için anaçlıkta doktora yapmış sayılırdı. Adamla uyuşmalarındaki en etkili sebep buydu.

Az sonra kapı sesi geldi. Hızlı adımlarla gidip açtı. Karşılıklı gülümsemelerden sonra adam içeri girdi. Ayakkabılarını yerine bıraktı. Yalnızlık ve sessizlik kelimeleri kayboldu.

Adam içeri gitmeye yeltenmeden yanağından öptü. Gülümsediler.

Bu gülümseme de beş altı saniye sürdükten sonra beraber salona kadar gittiler.

Kımıldamadan, gülümsemeden birbirlerine bakıyorlardı.

Hiçbir gürültü yoktu. Sessizlik bir daha gelmiş oldu.

Sokak ıssız hatta koca şehir bomboş, gibiydi.

Her şey sessizliğe bürünmüştü.

Kadın bu sessizliğin farkına varıp çevreyi dinledi. Hiçbir şey duyamadı, adamın ona seslendiğini bile...

Adam ona yaklaşıp kucaklayınca gürültüler tekrar başladı, bir sürü gürültü... Üst kattan bir çekiç sesi, karşı apartmandan başlayıp pencerelerinden akıp gelen müzik sesi.

Çantayı indirmediği için kadının sarılmasıyla gelen hafif ve ellerinin arasındaki saçlarının hışırtısı ve boynundan öptüğü zaman çıkan o güzel ses.

Adımlarını beraber atmalarını sağlayan karmaşa.

Dolabın önüne bırakılan çanta.

Kendilerini yatağa bıraktılar.

Sonra küçük bir kâğıdın yırtılışı ve hemen ardından ikisinin birbirine karışan solukları, önce ayrı ayrı sonra karmakarışık ve gittikçe daha hızlı...

Kadın birden tanımadığı sesler işitmeye başladı.

Oysa bu sesler kendi ciğerinden çıkıyordu.

Kendini tutmaya çalıştıysa da beceremedi. Zatürreden yeni kurtulmuş birinin bronşlarındaki hırıltı.

Elini dudaklarına götürüp ağzını kapmak istedi, ama adamın sırtından kalçalarına doğru gezen ellerine söz geçiremedi. Kendi elleri, parmakları geziniyormuş gibi hissediyordu. Kendisine yabancı olmayan bir bedenle ilk defa karşılaşıyordu.

Adam onu öpmeye başladı, sesler ağızlarının içinde yankılanıyordu, daha sonra bir ritim tutturabildiler ve kadın hiçbir şey düşünemez oldu. Adamsa hiçbir şey düşünmek istemiyordu.

Gözlerini açtı. Adamın kapalı gözlerini gördü.

Neden bu kadar karanlıktı?

Işığı açsa gözlerinin kamaşacağını ayrıca bütün büyünün kaybolacağını biliyordu.

Yatağa sakin bir iniş yaptılar. Yeniden kapadı gözlerini.

Kadın, kollarını ve bacaklarını oynatabiliyordu, adam onu ezmiyordu.

Adam dizlerini yanlarda tuttuğu için ağırlığını değil yalnızca sıcaklığını hissediyordu.

Biraz daha hareket etti.

Adam soluk aldı ve elini altına sokup onun sırtını okşadı.

Doğrulmak istedi, ama adam onu tuttu.

Alnında ter vardı.

Adam, parmaklarının ucuyla teri sildi ve serinlemesi için hafifçe üfledi.

Giysilerini çıkarmamışlardı.

Bunu ikisi de aynı anda fark edince romantizmden uzak seri hareketlerle soyunmaya başladılar.

Çıplak kalınca bir daha sarıldılar. Adam kadını yatağa doğru kontrollü şekilde yatırdı. Kadın, bir süre öylece durup onun kendisini seyretmesine izin verdi.

İç çamaşırın bıraktığı izleri öptü ilk olarak. Omuzla ve göbek deliğini öptükten sonra göğüslerin ortasını koklamaya başladı.

Kadın kendini iyice ona bıraktı ve adam dudaklarını çenesinin üzerine bastırdı.

Kadın başını tutup kaldırdı, dudakları adamın dudaklarıyla buluştu.

Bacakları ayrıldı.

Ve birbirlerine kenetlendiler.

Öpüşüyorlardı, tükürükleri birbirine karışıyordu.

Terliyorlardı, terleri karışıyordu.

Daha hızlı, daha güçlü, yavaşça sonra, hareketleri hep uyumluydu.

Birden kadın bacaklarıyla adamı kavradı, kendine doğru iyice çekti onu. Kadın kolunu kurtarıp kendi ağzına bastırdı.

Soluğu kesildi, kasları gerildi.

Sonunda adamın kokusu, kendi kokusu olmuştu.

Kolları düştü, bacakları çözüldü.

Yeniden soluk aldı.

Adamın ağzı kadının boynu boyunca indi ve omuzlarında oyalandı.

Aralık dudakları hafif ve yumuşacık gidip geliyorlardı.

Gittikçe daha sık soluk alıyordu.

Birden ağzı durakladı.

Dudaklarını kadının tenine bastırdı.

Kadın sert bir temas hissetti.

Ve adamın dişleri kadının omzuna kenetlendi. Hafifçe ısırmaya çalıştı ama başaramadı.

Kadın tek hamlede üste çıktı. Salondaki pencere çarptı o sırada.

Baskın koku kadınındı ve adam bu kokunun esiri olacağını biliyordu.

 

Biri ötekinden fazla sever.

Yaraları gizlice yalayan,

kanın paslı tadını alan olur o.

Bir kenarda kalma isteğidir duyduğu, fazla sevenin.

Ruhunun kendisine sır olarak verdiği içerikleri

sevecenlikle gösterir.

Birleştirildiğinde ortaya ne çıktığını kimsenin anlayamadığı

cümlelerle doludur o yüzden.

Yoklukları başka yokluklarla değiş tokuş etmeyi

yaşam saymaya en yakın olandır.

Ötekinden fazla sevendir çünkü

 

Onun kendisi olduğunu hissediyor olsa da zerre umurunda değildi. En çok da bu hoşuna gidiyordu.

Binaların derin vadisi arasından gelen bir esinti açık pencereden geçip yatak odasına kadar geldi. 

Terli vücutlarında hafif bir titreme yaratıp kayboldu.