Hayat sonlu bir yol hâli. Kimi zaman yürüdüğümüz, kimi zaman koştuğumuz kimi zaman bir gölgelikte soluklandığımız bir yolculuk bu. Bir okul aynı zamanda bu yolculuk. Gördüğümüz mevsimlerden, yol üzre geçtiğimiz dağlardan, tepelerden hep bir şeyler öğrenip duruyoruz. Zamanından önce açmayan meyvelerden sabrı kimileyin. Kış boyu olanca yaprağı talan olan ağaçlardan bahar gelince yeniden doğumu ve bu yeniden doğumun yarattığı gücü. Tepesinden kar eksik olmayan dağlardan kudreti, bu dağların eteklerinden şefkati. Bir ilk emrin ışığında dağların ve taşların ve insin ve cinnin zikrini. Yaşadığımız bu hayatta durağan bir seyir halinde iken hayat farkına vardığımız şeyler değil bunlar. Fakat ayaklarımızın altından çekilmeye başladığında yol, giderek ardımızda bıraktığımızda dağlarını memleketin farkındalık o zaman başlıyor. Kulağımızda bir yol ritmi, manzaralar aracın hızına göre kimi zaman yavaş kimi zaman hızla değişiyor. Değişen yol üstünde bir başına evler, viraneler, koskoca arazide tek başına duran ağaçlar görüyoruz. Hepsi bize ve şeyler söylüyor bağır çağır. Hepsi bir sakin ritim üzerine dert anlatıyor bize. Bazen ölümlülüğünü söylüyor dünyanın, bazen sonrasını hatırlatıyor, bazen bu yurdun insana esas yurt olmadığını fısıldıyor. Yol böyle bir şey; yolculuk böyle bir şey. Yol halinde insan menzil haricinde her şeyi düşünüyor sanki. Vardığımız yerin çok da bir önemi yok gibi. Esas mesele hep bir yol üzere olması hayatın.