Karlı, soğuk bir gün. Her yer puslu sis. Yol uzayıp devam ediyor ama ilerisi görünmüyor, sonu belirsiz bir yol. “Aynı...” diye geçiriyor içinden, “hayatım gibi”. Hayatım gibi… Bu söz ona garip geliyor, bir tuhaf oluyor. “Hayatım. Benim bir hayatım var mı? Benim gerçekten bir hayatım var mı? Yalnızlığım bu ağaçlar kadar çıplak, etrafım ıssız, dışarıda kar, içimde ateş.” Sonunu göremediği bir yolda yürür gibi hissediyordu hayatında. Başına kapüşonunu çekmiş, kulaklıkları takılı hızlı hızlı yürüyordu. Koşarcasına. Sanki bir yere yetişmek ister gibi, sanki yolun sonuna bir an önce gelmek ister gibi. Nereden geldi, nereye gidiyordu? Ne kadar zamandır yürüyordu, saatlerdir mi? Farkında değildi. Çalan müziği de duymuyordu iç sesinin gürültüsünden, bas bas bağırıyordu içindeki insanlar. Kaç tane vardı kendisinden, sayamıyordu. Bir ümitsiz, bir kavgacı, bir umutlu, bir sitemkâr… Hepsiyle ayrı ayrı mücadele ediyordu. Bazen yoruluyor, nefes alışı değişiyordu. İçindeki ateş her seferinde nefesiyle buhar olarak çıkıyordu. Dayanamıyordu bu çağa, bu insanlara, bu hayata. Ama artık buna son verecekti. Eliyle cebini yokladı, kabzanın sertliğini hissetti. Karar vermiş insanların rahatlığı oturdu yüzüne, güldü de biraz. Belki ilk defa huzurlu hissediyordu. “Komik” dedi alaylı. Adımlarını daha da sıklaştırdı, yolun sonunda, sislerin arasında gözden kayboldu.