(Yazının Jack Savoretti - Soldiers Eyes, şarkısı eşliğinde tüketilmesi önerilir.)


"Bazen gözlerim doluyor. Motorum yok aşağıda. (Utanarak ağlamaya başlar koca adam. Çünkü artık ağlamamalıdır.)

Gidemiyorum...

Aslında sadece sigara içmek için bir yol kenarına durmaya gideceğim. Yahut hiç durmadan düşünmek için gideceğim.

Bazen güneşin doğması zoruma gidiyor! Çünkü o gün yola çıkamam artık. Ne sabahı kovalayarak kendimi kaçırabilirim bu deli kazanından ne de akşamı kovalayarak deli kazanına geç kalmamaya çabalayabilirim. İkisi de olmaz işte.

Bu su içmek gibi önünde bir cam her yanın kapı rahat bir koltukla yol gidilmez."


Derken daha çok utanıyor adam. Ağlayamaz artık. Biliyor. Birkaç ay önce bir zelzele içinde bir yakını gitti. Çok sevmese de sevdiklerine dokunmuş bir yakını gitti. (Evet adam gerçek bir vicdansızdı, bazen öfkesi ölümü örtebiliyordu.) Sevdikleri yandı, adam yandı. Daha çok utanıyor adam. Çok sevdiği bir şeyi özlüyor. Yalnız bu özlemden ağlamak gerçeklere karşı bir günah gibi geliyor ona. Sanki çocukça gibi ve ayrıca ergence. Demiyorlar mıydı hep " içinizdeki çocuğu öldürmeyin." diye? Şimdi bu çocuğun ölmediği yer ile etik çakışırsa ne yapacağım?


Biliyorum koca bir suç insanın içinden geçeni söylemesi. Çünkü kapağını kime ve ne zaman açsam daha kokusu duyulurken haksızlığıma nidalar atıyorlar. Bu olay daha büyük bir soruyu açıyor. Çağdaş insan gibi kendimi elde etme çabasında mı olacağım? Yoksa işleri kolayına bırakıp bir geçiş toplumu üyesi olup "insanlar ne der?" kapsamında mı mutlu olacağım? Motorumu özlediğim için ağlamak suç mu? Bu soruyu sorarken bile içimde kendime isyan bayrakları kalkıyor ne bu şimdi dert mi bu sıkıntı mı diye. En nihayetinde duygunun nasıl yaşandığı ile asıl sebebinin, o motorun arkasındaki anlamın ne olduğu kısmı yeni bir soru olarak doğuyor.


Bilmiyorum...


Sadece bu cevabı düşünmek için bile yolu özlüyorum...

Kendime döndüğüm virajları özlüyorum...