İnsan, ya o küçük adımları bir daha atmamaya karar verirse, sırtındaki tabureyi indirip yerleşirse ve gidemez olursa?
O zaman ne denir bu hale, bir vazgeçiş mi, yoksa bulduğu manzaraya sessizce çekiliş mi, bilmiyoruz aslını.
Kalışı ve yerleşmeyi kötüleyişimiz neden, neden hep açılmamız gerek, bir liman pek tabi yuva olamaz mı ve o yuvaya bağlılık yetmez mi?
Hep ufukta yeni, görülmemiş aydınlıkları, hiç dolaşılmamış toprakları aramak tabiatımız mıdır bizim, soruyorum.
Aramak hakikattir diye bir söz çalınıyor kulaklarıma, bir zamanlar tüm yaşamımla benimsiyorum bunu. Hep daha hızlı daha güçlü adımlarla açıyorum önümdeki yolları.
Ve bir gün başka bir ses geliyor, diyor ki;
Aradığını bulma vakti, ve sen ne aradığını bilmez olduğundan yerde de gökte de bulamayacaksın, hakikat iz düşümün senin, peşinden koşmadan,hiç sahip olamadan, izleyeceksin onu ömrün boyunca.
Bu sesi dinledim, yerleştim geçtiğim bir kıyıya ve bir yetinme hali yarattım burada kendime. Şimdi kendi yansımamı izliyorum, ne aradığımı o söylüyor bana hiçbir telaşa yer vermeden, yeni bir yol gözlemeden olduğum yerde buluyorum hakikati.