Uzun bir yolculuğun habercisiydi istasyona giren trenin gürültüsü. Etrafında çok fazla insan vardı Zeliha'nın, herkesi tek tek incelemeye koyuldu; kimi kızını üniversiteye yolcu ediyor, kimi gurbete çalışmaya giden kocasıyla vedalaşıyordu. O an bir kez daha fark etti Zeliha yalnızlığını, onu ne yolcu edeni vardı ne de gideceği yerde karşılayanı. Tren durdu ve kapıları açıldı, Zeliha annesinden miras kalan kahverengi, deri valizini başının üzerindeki rafa yerleştirip oturdu yirmi dört numaralı pencere kenarında bulunan koltuğuna. Her zaman pencere kenarını tercih ederdi yolculuklarında. Gözünün önünde akıp giden manzaraları izlemek ona iyi hissettiriyordu. Yaşamaya benzetiyordu biraz da bu manzara seyrini; kimi ayrıntıları doya doya izliyor, kimi güzel görüntülerin tadına doyamadan geçip gidiyordu. Hayat da öyle değil mi zaten, diye de içinden geçiriyordu sürekli; karşımıza çıkan bazı güzellikler bizimle mezara kadar gelirken, kimisi ise sadece bir yanılsamadan ibaret olmuyor muydu?

Nice köyler, kasabalar, şehirler, dağlar, nehirler geçti yol boyunca, her biri bir anlam ifade ediyordu Zeliha'nın hassas yüreğine. Gördüğü her şey ona aşina geliyordu; kimi zaman annesinden dinlediği masalları hatırlatıyor, kimi zaman ise babasının söylediği yol türküleri düşüyordu yâdına. İzlerken önüne çıkanları, kendini sorgular olmuştu Zeliha. O, gönlü kırık bir kul diye tanımlıyordu kendisini. Daha çocuk diyeceğimiz bir yaşta hem annesini hem babasını ahirete yolcu etmişti, kardeşi de yoktu ki birlikte teselli bulsun, bunca zaman acılarını görmezden gelerek yaşamayı tercih etmişti. Artık yirmi sekizinde bir yetişkin olmuştu Zeliha, yaşadıkları onu zaten erkenden olgunlaştırmıştı. Dışarıdan her ne kadar sakin görünse de içinde patlayan volkanlardan kimsenin haberi yoktu. Derken yeni bir istasyona daha girdi tren, yeniden insan seyrine daldı Zeliha ve düşündü, "Hayat gidenlerden ve kalanlardan ibaret." dedi. Hangisi daha zor, daha çekilmez asla karar veremiyordu. Gidenin ardından yol gözlemek mi, kalanı düşlerken gayeyi unutmak mı? Fakat şunun da farkındaydı ki, yirmi sekiz yıllık ömrü ona giden olmayı da tattırdı, kalan olmayı da.


Trenin kalkmasını beklerken Zeliha, kendi yaşlarında olabileceğini tahmin ettiği bir kız oturdu yanına; siyah dalgalı saçları olan, beyaz tenli, fındık burunlu, kara kaşlı, kara gözlü güzel bir kızdı bu. "İnsanın..." derdi annesi, "içinin güzelliği dışına yansır." Zeliha bu zamana kadar hiç aksi ile karşılaşmamıştı, kimi yakın hissettiyse böyle kendine mutlaka bir şekilde samimiyet kurup arkadaş oluvermişti. Yine aynı enerjiyi hissederken, "Merhaba!" dedi yeni yol arkadaşı tebessüm ederek, aynı şekilde yanıt verdi Zeliha. Kısa bir tanışma faslından sonra "Sık sık yolculuk eder misiniz?" diye sordu Zeliha adının Leyla olduğunu öğrendiği yeni arkadaşına, Leyla ise "Her daim yoldayım." diye cevap verdi ve devam etti: "Bir hedefim yok benim. Ben varmayı değil, yolda olmayı seviyorum." Ne kadar da hoşuna gitmişti bu cümle Zeliha'nın. "Ben de." diye karşılık verdi. Yolda olmak ne kadar da güzeldi, yolda acılar vardı kabul ama onlarla baş etmeyi öğrenmek de var. Her şeyi kaybetmek var kabul ama yeni şeyler bulmak da var. En güzeli ise yolda olanın hep yeni bir hedefi var, diğer türlü nasıl yaşanır ki dünya diye geçirdi gönlünden Zeliha. "Peki." dedi Zeliha: "Ne öğrendiniz bu zamana kadar bu yolculuklarda, var mıdır bir sır, hayata dair?" "Sırlar paylaşılmaz ki." dedi Leyla yine aynı tebessümü yüzüne kondurarak. Onun da acıları vardı, çok belliydi bu, derdi olanın hâlinden derdi olan anlarmış. Zeliha, Leyla'nın tebessümlerinin derinliğinde nice yaşanmışlıklar olduğunu farketti lâkin sormadı, sadece onu anlayabildiğini biliyordu. Leyla devam etti sözlerine: "Her ne kadar paylaşılmaz olsa da sizinle paylaşmak istediğim, yine yollarda öğrendiğim bir gerçek var." dedi. Zeliha merakla bakarken Leyla'nın gözlerine "Nedir?" diye sordu. Leyla'nın ağzından Zeliha'nın yaralarına merhem gibi gelen şu cümleler dökülüverdi: "İnsan acılarını görmezden gelerek gidermeye çalıştıkça daha da dibe batıyor, oysa Allah'a teslim olup sabretmek en güzeli. O, hakkımızda en iyisini bilendir. Çekmen gerekiyorsa çekeceksin o acıyı, bitirecek olan yine Allah'tır." Zeliha çok etkilendi bu cümlelerden, bir süre sessiz kalarak kafasını cama dayadı ve yolu izlemeye devam ederken zihninden geçenleri düşünüp durdu. Her şeyin sahibi O, diyordu şimdi zihni Zeliha'ya. Kalbimin de sahibi O, kalbimdeki yangının sahibi de O, o yangının devası da O. O halde dedi, kimedir bu gönül kırıklığı, en güzeli dedi teslim olmak ve yola revan olmak. Açtı sonra şiir defterini ve şu mısraları yazdı.

"Başa çıkılmaz sanırdım bu yangın ile.

Göklerden gönlüme bir tufan düştü.

Derman için dilendiğim kapı öyle güzel ki,

Avuçlarıma sağanak sağanak çareler düştü."