Ne Adem'le ne elmayla başladı yolculuk. Bezm-i elest ki püfür püfür; üflendi ruhlar ve alındı azametli sorunun yanıtı mestanelerden. O sözdür, cümle beşere cayılmaz yegâne ahit. Ne denli eski ne denli yitik. Kalmadı zerre akıllarda. Lakin ben değilim müsebbibi! Sebep odur ki şakaklarıma unutkanlık galebesi çalınmış.
''Andolsun, bundan önce biz Adem'e emrettik. O ise bunu unutuverdi.''
Taha: 115
Ortada verilmiş bir söz var, ancak müteahhit yoksunu. Oysa, yoktur ilelebet bir sözün eri olabilmenin mümkünatı. Olanlara ne mutlu, onlar ki arşın keyfini gıcır ederler. Fakat, alemi çepeçevre saran adetullah beni bu makbullerden alıkoymakta. Derdim bütün yolcularla müşterek; akletmek güzel de unutmak farzı olmuş.
İşte budur yolculuğun aslı, zamandan ve zeminden mahrum miladı. Maksat, malum yolu, aşina ile tanış için arşınlamak. Yolculuk o ki başı sonu belli, manifestosu dahi elimde. Talimat mushafta. Peki, benim hisseme ne yapmak kaldı? Başı sonu bellinin ortasını doldurmak. Bu dolumun bedeli ya nar ateşi ya gül bahçesi akıbet. Kul demiş beni yaratan, gayrı yükü kalmış bana. Hamal ve beraberinde yükü; bir meçhulden bir meçhule.
Adem gibi, İsa gibi; ana baba münezzeh gelmemişiz dünyaya. Her safha tetik tetik tetiklemiş öteyi beriyi. Vesile kılınmış diyar-ı gama merhabaya, bir valide bir peder. Ardından tayin olunmuş sülbün sirayeti benden habersiz. Gergef işler gibi türlü nakış nakşolunmuş alnıma benden izinsiz. İşte kadere ramız ezelden ebetden bilmem ne zamandan.
Göz açalı yola revan olmuşuz gayriihtiyari. Yoldayım, ezan ve sela arasındaki müddetçe. Şaplakla başlayıp pamukla nihayete erinceye dek seferiyim. Gurbet eller meskenken vuslat hayali ile gönül eğleştirmekteyim. Mazi tozlu, âti muallak. Muğlak bir sergüzeşt ağuşuna icabet etmemi beklemekte. Heybemde ise üç sadık refakatçi: Binihayet, bihaber, bigüman...