Güne gözlerini ağır ağır açarak başladı. Sabahın ilk ışıklarıydı, bu yüzden rahatsız etmiyordu. Sessiz sedasız girdiği evden yine, sessiz sedasız çıkacaktı. Geç bir saatte gelmiş, çok daha geç bir saatte uyuyabilmişti ancak.


Gece kapıdan girdiğinde tüm ışıklar sönüktü, sekiz yaşındaki oğlu uyumuştu. Bakıcısıysa gitmişti. Oysa ki kendisini beklemesini tembihlemişti. Ekstra ücretini de evden çıkmadan eline tutuşturmuştu. Bu tembihe rağmen onu beklemeden gitmesine oldukça sinirlendi. Aslında sevimli birisiydi bakıcı. Tombul yanakları, yuvarlakçana elmacık kemikleri gözlerini yumuyor, kocaman açılan dudakları gülerken ona ayrı bir sempati kazandırıyordu. Kısa boyu, tombul elleri, çalışırken giydiği fistanı ve yeleği ve doğu ege şivesi ile kırklı yaşlarında bir kadındı Bedriye Hanım.


Sinirinden eli titreyerek sertçe astı kardan yer yer ıslanmış uzun pardüsesini. Hemen kapının önünde silkelemişti üzerindeki karları. O sarsıntıyla sallanan ayaklı askılığın çıkardığı gürültü, o ana kadar çıt çıkmayan evin duvarlarında yankı buluyordu. Hızlıca sol eliyle yakaladığı askılığı narin bir şekilde yerine yerleştirip, eline aldığı topuklu siyah ayakkabılarıyla birlikte hızlı adımlarla küçük Deniz'in odasına yöneldi. Çıkan takırtının oğlunu uyandırmasından endişelenerek araladığı kapıdan sarı gece lambasının yarattığı loş ışıklı odaya şöyle bir göz attıktan sonra kapıyı yavaşça tekrar kapattı.


Az önce geldiği yoldan, mutfağa yöneldi. İlk önce ertesi gün için yemek olup olmadığına baktı. Eğer yoksa hızlıca pratik bir sebze yemeği yapacaktı. Sebze yemeğinde ısrarcı davranırdı çünkü, oğlunun gittikçe artan kilolarını dert ediniyordu. Şöyle bir göz gezdirdikten sonra buzdolabında hiç dokunulmamış ıspanak yemeği ve salatayı gördü. Bedriye Hanım'ın gitmeden önce yaptığı yemek bir nebze olsun onu rahatlatmıştı.


Yorgunluğunu nasıl atacağını biliyordu. Hemen eli cezveye uzandı. Orta şekerli bir kahve ve hafif, rahatlatıcı bir müzik eşliğinde, L şeklindeki koltuğunda ayaklarını uzatacak ve derin bir nefes alacaktı. İnce belini saran, beline kadar sırt dekolteli kırmızı elbisesi, düzgün ve sade topuz saçı, narin boynunda asılı ince pırlanta kolye ile ocak başında kahvesini pişiriyordu. Bir an içinde bulunduğu halin ironik olduğunu düşünerek hafifçe tebessüm etti. Güldüğünde yanağında hafif bir gamze oluşur, küçük gözleri daha da küçülür, elmacık kemikleri iyice ortaya çıkar ve yay gibi kaşlarını kaldırıverir.


Kahvesini fincana doldurup salona doğru ağır adımlarla yol aldı. Salona girdiğinde ilk iş olarak bilgisayarından müziğini açtı. Koltuğuna yerleşip topuzunu açtı, saçını şöyle bir dağıttıktan sonra sırtını ve başını koltuğa yasladı. Ayaklarını uzatıp gözlerini de kapattığında aslında ne kadar yorgun olduğunu hissetti. Öyle ki kahveyi hiç yapmamalıydı, salona hiç girmemeliydi. Hemen üzerindekilerden kurtulup uzun zamandır bir erkeğin teninin değmediği yatağına kendini atmalıydı. Tam bunları düşündüğü sırada bakıcı kadın için ayırdığı ekstra ücreti ve taksi parasını koltuğun önünde duran şık sehpada farketti. Siniri iyiden iyiye yatışıyordu ve ne kadar sevimli olduğunu ve iyi niyetini anımsadı. Belki de isteğinin fazla gelmiş olabileceğini düşündü. Para konularıyla tekrar başını yaslarken ertesi gün nafakasını alacağını anımsadı. Bir süredir gecikmeli alıyordu. Normalde bir hafta öncesine kadar almış olması gerekiyordu ancak, bunu önemsemiyordu. Eski eşi öyle kötü birisi değildi. Hatta son zamanlarda yeniden iyi anlaşabiliyorlardı.


Üniversitede tanışmışlar, beraber mezun olmuşlar, mezuniyetten kısa bir süre sonra da evlenmişlerdi. Bir yıl kadar sonra hamile kalmıştı. O zamana kadar bir ilaç firmasında kimyager olarak çalışıyordu. Kimya mühendisliğini bitirmişti ve daha önce bu firmada staj da yapmıştı. Hamileliği döneminde işini bırakmıştı. Eski eşi ise iktisat fakültesinden mezun olmuş, sonrasında bir yatırım-danışmanlık şirketinde çalıştıktan sonra şimdiki ortağıyla birlikte kendi şirketini kurmuştu. Şu sıralarda da İstanbul borsasında brokerlık yapıyordu. Dört yıl kadar önce boşanmışlardı. Eşinden nafaka almasına rağmen yaşadığı geçim zorluğu nedeniyle halen çalıştığı yazılım şirketinde sekreter olarak işe başladı.


Müzik öyle rahatlatmış olacak ki bir an içinin geçtiğini farketti. Yavaşça doğrulup gözlerini ovaladıktan sonra yarım kalmış kahvesini sehpaya bıraktı. Ayağa kalkıp bilgisayarına yöneldi. Kapatmak için eğildiğinde ekrandan saatin üçü geçtiğini gördü. Kapattıktan sonra ağır adımlarla yatak odasına doğru yol aldı. Parmak ucunda geçtiği Deniz'in odasının hemen yanındaki kapıyı açtı. Her zamanki alışkanlığından uzak şekilde bu kez daha dikkatli girdi odasına. Mahvolmuş döşemeleri düşünmek bir kenara asıl aklındaki gecenin o saatinde bir gürültü daha çıkartmamaktı. Yatağın üzerine aceleyle fırlatılmış geceliğini tekrar aldı. Ağır hareketlerle elbisesini çıkardı, geceliğini giydi, kolyesini dikkatlice mücevher kutusuna bıraktıktan sonra yavaşça yatağın sol tarafına yerleşirken uykusu açılmaya başladı.


Başını yastığa koyduğunda tekrar ne kadar yorgun olduğunu farkedip, bir kez daha patronu onu bir geceye davet ederse iki kere düşüneceğini mırıldandı. Geceye hazırlanmak için işten eve aceleyle gelmiş, hızlıca hazırlanıp patronunun kapıda bekleyen aracına binmişti. Üç saat süren davet boyunca ayakta kalmış, iş yorgunluğunun üzerine bir de davetten sonra iş arkadaşları yolunun tersine düştüğü için karlı havada iki blok ötede bırakmışlardı. Onların nezaketsizliğine hayıflana hayıflana burnu açık topuklu ayakkabılarıyla iki bloğu yürümek zorunda kalmıştı.


Davet, İstanbul'un önemli iş insanlarının bulunduğu bir geceydi. Patronu kendisinin, şık giyinen, güzel ve alımlı bir kadın olduğu için eşlik etmesini istemişti. Bu geceye katılan kişilerin karşısında sergileyeceği imaj onun için önemliydi. Bir ara arkasından yanına sessizce yaklaşıp yavaşça kalçasını kavrayan patronunun iş arkadaşına bastığı çığlıkla bütün davetin ilgi odağı da olmuştu.


Yavaşça yatağından doğruldu sabahın mahmurluğunda. Ayaklarını yere bastığında iki eliyle saçını alnından sıvazlayarak arkaya attı. Ayağa kalktı ve ağır adımlarla banyoya yöneldi. Aynanın karşısına geçtiğinde dağılmış makyajına şöyle bir baktı. Temizlemek için pek de acele etmiyordu. Gözleri aynada yeniden kendi tenine kavuştuğunda yüzüne suyu sertçe vurdu, kurulandı, yeniden hafif bir makyaj yaptı. Yatak odasına dönerken hareketleri de hızlanmaya başladı. Pencerenin başına geldi, açtı. Yüzüne çarpan ve geceliğinden içeri süzülen soğuk hava oldukça ürpertti. Aşağı doğru bakıp evinin hemen önündeki caddeyi şöyle bir süzdü. Yavaş yavaş hareketlenen caddede trafiğe takılmamak için acele eden insanların o koşuşturmalarını anlamsız bulduğunu düşünerek seyre daldı. Düşünmediği şey ise o da birazdan onların yanına katılmak için hazırlanacak, giyinecek, oğlunu görmeden evden çıkacak, caddenin anlamsızlığının bir parçası olacaktı.