Kayıp soneler ve saklı asma bahçeler

Kaç elma çalmam gerek dünyadan kovulmak için?



Önünü bile göremeyen bir kahinim ben

Tek bir cehennem yetmez bana

Bu son kehanetimdir

İlki bir tılsımdır arafımda

Bu, öyle bir rüya


Kırık aynalar yarıda bölerken uykumu

Yüzüme damlar tavandan benimle yaşıt melodiler

Gözlerim yıkık bir deniz feneri

Sular çekilir paslı bardaktan nehirlerce

Yine de solar çok sevdiğin gloksinya

Yarıda kalır uykum, adın geçerken

Ve bir celladın kansız baltasında ezilir boynum

Üzerimde hiçlikten örülen tirazım

Adın bin şehir uzaktadır

Hiç bu kadar ölmedim ben


Gaybın anahtarı beştir

Serçe parmağın altıncıya aday

Tövbelere itersin beni

-sen El-Müzil’den iyi mi bileceksin-

Omzunda köle taşıyan hükümdar gibi

Gözlerinin ateşinde yıkanır günahlarım

Ve bir mucize damlar yanaklarından

Beni mor uçurumlara iten

Hiç bu kadar ölmedim ben


Zaman garip ilerler kırık kösteklide

Ne gören olur ne de duyan

Bir sumru bakar sana Serez çarşısında

Şiirler filizlenir atonal bestelerle

Aklına gelirim tam o an

Asıl yolculuk yolun sağındadır

Bu çetrefildir beni aklın surlarına asan


Ne çok anı biriktirdim bozkırda

Ayaklarım mayın kovalar hududunda

İçimde yaşayan kundaksız bebek

Bacağı kopar yerçekimsiz ortamda

Hiç bu kadar ölmedim ben


Ki ölmedim ben

Yaşarım hâlâ

Başımdaki dikenli taçla