23.09.24

Bugüne kadar nasıl geldiğimi gün gün anlatmak isterken. Geçen bir senenin azizliğine uğruyorum. Artık ne günler, ne aylar kovalıyor birbirini, senelere geçiyoruz. Oturduğum her bank, bindiğim her vapur, hatta bütün denizler beni tanıyor artık. Acımı, hüznümü biliyor. 

Kalbim sıkışa sıkışa yazdım bütün şiirlerimi babam için. Buralara gelene kadar ne çok şiir bıraktım denizin dalgalarına, sonsuzlukla beraber babama ulaşır diye. Ağaca, kuşa konuştum anlattım uzun uzun, yine babama ulaşır diye. Çünkü biliyordum ben ulaşamazdım artık.


Dışarıdan nasıl göründüğünü inanın hiç bilmiyorum. Bazı anlar oldu çok güldüğüm, eğlendiğim bunları dışarı yansıttığım hiçbir şey olmamış gibi yaşadığım birçok an oldu. Bazen işin içinden çıkamadığım anlar da oldu, acımı kullanıyormuşum gibi hissettiğim, etrafımdaki insanlara karşı beklentiye girdiğim, 'Bir nasılsın? Bir şeye ihtiyacın var mı?' sorusu için sanki acımı kullanmışım gibi. Birilerinden beklentiniz varsa sanki siz bir şeyleri kullanıyor, bahane ediyormuşsunuz gibi gelir. Atın suçu karşı tarafa yalnız bırakıldığınız her an için suçlayın herkesi ama kendinizi sakın sorgulamayın. İpin ucu kaçtığında zaten hissedersiniz. O acıyı kullanmak değil, yas süreci diyorlar. Geçmeyen, derinlere kadar inen o yas süreci, acıyı, hüznü normalleştiren o süreç.

Dışarıdan nasıl görünüyor bilemedim... Geçen zamanda eğer iyi göründüysem, bir nasılsın sorusunu soramadılarsa, kusura bakmayın ama iyi ve güçlü görünmek zorundaydım. O kadar bambaşka duygular ki, bir karmaşa, silsile yağıyor üstünüze üstünüze. Tabi günün sonunda yine bir nasılsın sorusuna muhtaç kalıyorsunuz.

Herkese yeterim sanarak, ayakta durarak, kaldığım yerden sürüne sürüne kalkarak, acılar içinde kesilen kanatlarımı yeniden büyüterek devam ettim. Kimsesiz kalmış gibi.


Bu kadar ihtiyacım olacağını bilseydim ayrılmazdım gözünün önünden, beni bir kuş kadar özgür bıraksa da hep onun başının üzerinde uçsaydım. Eksik kalmak nasıl bir duygu, soyut bir şey nasıl somut hale geldi benimle. Güvenli bir ses duymaya muhtaç kalmak. Evet asıl kelime bu muhtaç kaldım ben. Bu muhtaçlığım iliklerime kadar işledi... Senden sonra aldığım kararlar doğru değil sanki, hep birilerine sorma ihtiyacı, böyle değildim ki kararlar alırdım. Güvenemez oldum kendime. İlk zamanlarda kendi kendime söz vermiştim acımı taze tutacaktım herkes hayatına devam etse de ben hep acımı çekecektim. Acı çekmesem sanki sana ihanet edeceğim gibi geliyordu. Ödüm kopuyor cocom aklıma sen geldiğinde şu gözlerim dolmayacak diye ödüm kopuyor. Hüznüm yüreğimi yakıp geçsin istiyorum. Eğer bir yerlerden beni görüyor ve duyuyorsan aslında seni asla unutmayacağımı bil diye bu acı. Yoksa öyle can yanması gibi değil bu, bu terkedilmişlik değil bu, acının altında yatan anlam daha derin... Daha derinlerimde.


Bir gün yine kendimi dinlemeye gittiğimde, kağıda kaleme sarıldığım bir anda yazdığım yazıyı da yazayım sana babacım, 'Ona bir oda ver baba' repliği gelmişti aklıma, o zamanlar tam olarak anlamamıştım. Şimdi daha iyi anlıyorum oradan oraya savrulurken, ait olmak tek amacımız. Bir yerlerde bir odamız olsaydı, ait olurduk. O cümledeki 'bir oda' kendini ne olursa olsun, nereye giderse gitsin o odaya geldiğinde ait hissetsin diye. En azından ait olduğun yerin güvenini, huzurunu her nereye giderse gitsin, hissetsin diye. Bana 'bir oda' lazım içinde senin olduğun cocom ... Benim 'bir odam' sensin. Odasızım, sensizim, ne aitim bir yere, ne de güvenilir bir yerdeyim. Tam bir senedir. Sensizim...


Yaren Tarlan