Yürümek spor değildir. Bir ayağı diğerinin önüne atmak çocuk işidir. Yürüyenler karşılaştırıldığında ne bir sıralama vardır ne de puanlama. Yürüyen hangi yoldan geldiğini, en güzel manzaranın hangi patikadan görüldüğünü anlatır, görüşün hangi noktada daha iyi olduğundan bahseder.
(sayfa 9)
Bir kez ayakları üstünde dikildi mi, olduğu yerde kalamaz insan.
(sayfa 10)
Yürümek öncelikle erteleme özgürlüğünü sunar. Şöyle bir dolaşmaya çıkmak bile endişelerin ağırlığını hafifletmeyi, işleri bir süreliğine unutmayı sağlar.
(sayfa 11)
Zincirlerinden boşanan dünyanız yıkımdan kurtulmakla kalmaz, bütün zincirlerin nasıl ağır, boğucu ve aşırı kısıtlayıcı oldukları da çıkar ortaya.
(sayfa 12)
Yaşamımızın sonsuz ve görkemli olması gereken yaz gecesinde, keşişin yerini seyyah alır nihayet: Bundan böyle yaşam, bir o yöne bir bu yöne yapılan sonsuz yürüyüşün, isimsiz Benlik'le Dünya'nın her yerde atan kalbi arasındaki ahengi resmettiği gezginliğe adanır.
(sayfa 15)
İnsanların kendilerinden yoksun oldukları için ayinler ya da eğlencelerle oyalanmalarına, hüzünlü suretlere bürünmelerine, benzerleri tarafından onaylanma ihtiyaçlarına duyulan merhamettir bu. Halbuki yukarılardan, bağımsız bir bakış açısıyla bakıldığında insanı neyin hasta ettiği anlaşılır: yerleşik ahlakın zehri.
(sayfa 29)
İşte "dışarısı" ile "içerisi" arasındaki o büyük ayrım yürüyüşle altüst olur. Dağları, ovaları aşıp pansiyonda konakladığımızı söylememeliyiz, zira bunun neredeyse tam tersi olmaktadır: Günler boyunca ikamet ettiğim yer bu tabiattır, onu yavaş yavaş ele geçirir, mekanım kılarım.
(sayfa 36)
Öfke gerekir terk eylemek ve yürümek için. Dışarıdan gelen bir şey değildir bu. Enginliğin çağrısına kapılarak, bir gerçeklik vaadine ya da kışkırtan bir hazineye doğru yürümek değildir mevzubahis olan. Daha ziyade içeriden gelen bir öfkedir. Burada olmanın acısı, bir yerde durmanın, yaşarken gömülmenin, kalmanın imkansızlığı hissedilir karın boşluğunda.
(sayfa 48)
Yürürken yakalanan, bir şeyleri geride bırakmanın verdiği o daimi memnuniyet hali.
(sayfa 52)
Doğaya dalıp gitmek dikkatinizi dağıtır. Her şey sizinle konuşur, sizi selamlar, sizden ilgi ister: ağaçlar, çiçekler, yolların rengi. Rüzgarın iniltisi, böceklerin vızıltısı, derelerin çağıltısı, adımlarınızın sesi... hepsi varlığınıza yanıt veren mırıltılardır.
(sayfa 55)
Yalnız değilim: Dünya bana ait; benim için ve benimle var.
(sayfa 55)
Yalnızlıklar nasıl muhtelifse, sessizlikler de muhteliftir.
(sayfa 58
Yürürken ilkin kulaklarda muazzam bir soluk olarak belli eder kendini sessizlik; bulutları dağıtan ferah bir rüzgar gibi algılarsınız onu.
(sayfa 58)
Yürürken "sessizlik" dediğimiz şey, gevezeliğin, kulaklarımıza perde indiren, her şeyi birbirine kayan ve bilincimizin engin düzlüklerini ayrıkotu misali istila eden daimi gürültünün kesilmesidir öncelikle.
(sayfa 60)
Dolayısıyla kin, güvensizlik ve nefretin kaynağı ilkel vahşilik değildir. Dünyanın yapay bahçesine hapsolmuş bu duygular bize aşılanmıştır ve o zamandan beri hiç durmadan tomurcuk vermeye, yeşermeye ve tabiatından merhametli olan yüreklerimizi boğmaya devam etmektedir.
(sayfa 73)
Ormanların kıvrılan patikaları izleye izleye yapılan özgür yürüyüşlerde işte bu keşfedilir; yüreğinizi daha iyi dinleyebilmek için kaybolmak, içinizde pır pır eden ilk insanı duyumsamak.
(sayfa 73)
Gazete okuduğumuzda aslında sadece henüz bilmediğimiz bir şeylerden haberdar oluruz. Zaten aradığımız da kesinlikle budur: yeni olan. Fakat o bilmediğimiz, öğrendiğimizde hemen unuttuğumuz şeydir tam olarak.
(sayfa 75)
Bir dağa bakarken, büyük ağaçların arasında yürürken şöyle düşünürsünüz: Buradalar işte. Buradalar, hem de benim için değil, zaten buradaydılar. Benden önce varlardı, benden sonra da var olacaklar.
(sayfa 78)
Toprağın sağlamlığı ve etrafımı çevreleyen bollukta yankılanan kendi varlığımın tutarlılığı aracılığıyla gün boyu tecrübe ettiğim gerçeklik, nihayetinde bende eksiksiz bir güven duygusu yaratır. Dedikleri gibi, yürümek "kafayı boşaltır". Diğer taraftan yürümek zihni başka bir amaçla doldurur. Fikirler veya doktrinlerle değil, tıka basa cümlelerle, alıntılarla, teorilerle de değil, dünyanın mevcudiyetiyle doldurur.
(sayfa 91)
Geçmişten alınacak ders yoktur, zira ders almak eski hataları tekrarlamamaktır. İnsan tam da bu yüzden yaşlılara pek güvenmemeli ve onların sözde "deneyimlerini" (tekrarladıkları hataların yüklü toplamıdır bu sadece) kabul etmemelidir.
(sayfa 93)
Fakat yürüme deneyiminin bu farklılıklarla alakası yoktur. Yürümek iyi olma hallerini farklı durumlara göre farklı derecelerde hissetme şansı vermek suretiyle bütün olasılıklara açıktır. Yürümek bütün büyük kadim bilgeliklere iyi bir girizgahtır.
(sayfa 124)
Öncelikle hazzı ele alalım. Haz bir karşılaşma meselesidir. Bir bedenle, bir doğa gücüyle, bir maddeyle karşılaşınca ortaya çıkması muhtemel bir histir. Haz sadece hoşa giden, tatlı, eşsiz, olumlu anlamda ani, vahşi duygularla ilgilidir. Her zaman duyularla alakalıdır ve her zaman coşmak için tetikte bekleyen, bedenlerimize kayıtlı şeylerle açığa çıkar. Haz bedenlerimizde tetikte bekleyen hisleri ateşleyecek şeye kavuşmaktır.
(sayfa 124)
Neşe ayrı bir haldir; pasifliği az ve talepkarlığı fazladır, yoğunluğu az ve bütünlüğü fazladır, kapsamı daha dar olsa da zenginliği fazladır.
(sayfa 125)
Üzüntüyse pasifliktir; ben yapamadığımda belirir. Kendimi zorlarım, elim kolum bağlıdır, her şey bana karşıdır. Sebat ederim, zorlarım. Yeniden başlarım ama üstümde yine aynı ölü toprağı vardır: yapamama hissiyatı. Daha boş bir sayfaya bakarken tükenirim, çok zordur.
(sayfa 125)
Engellenmiş, kösteklenmiş, karşı çıkılmış, rayından çıkmış bir olumlamadır üzüntü.
(sayfa 126)
Neşe bir faaliyettir; zor olan ve zaman alan şeyi kolaylıkla icra etmek, zihnin ve bedenin melekelerini olumlamaktır. Bulduğunda ve keşfettiğinde düşünceye dolan neşe, bir işi çaba sarf etmeden yaptığında bedene dolan neşe. İşte bu yüzden hazzın aksine neşe tekrarlarla artar ve zenginleşir.
(sayfa 126)
Yürürken belki de adına "mutluluk" diyebileceğimiz bir şeyi yakalarız. Yazarlar ve şairler onu büyük düşünürlerden daha iyi anlatmışlardır, çünkü mutluluk bir karşılaşma meselesidir ve duruma bağlı olarak yoğunluğu değişir.
(sayfa 128)
Son iyi olma hali huzurdur. Bu da farklı bir mevzudur; kayıtsızlıkla merak, reddetmeyle olumlama arasındaki dengedir. Ruhun her yönüyle dengede bulunması halidir.
(sayfa 129)
Can sıkıntısı, boş zihinle karşılaşan bedenin hareketsizliğidir. Yürüyüşteki tekrarlar sıkıntıyı bertaraf eder çünkü bedenin hareketlenmesiyle birlikte zihin kendi bezginliğinden etkilenmez, kendi ataletinden sonsuz bir sarmalın müphem baş döndürücülüğünden yararlanmaz artık. İnsan her ne kadar, hiçbir şey bir işe yaramayacak olsa da, canı sıkılırken yapılacak bir şeyler arar hep. Yürürken yapılacak bir şey her zaman vardır, o da yürümektir. Veya daha ziyade, yapılacak başka bir şey kalmaz çünkü insan sadece yürür; bir yere giderken ya da bir güzergahı tamamlarken sadece ilerlemek zorundadır.
(sayfa 138)
Disiplin imkanlı olanın ısrarla tekrarlanmasıyla fethedilen imkansızlıktır.
(sayfa 139)
Büyümek sadece genellemelerle, benzerliklerle, var olma çeşitlerine karşı duyarlı olmak demektir. Ormanlar, dağlar, ovalar, etrafımızdaki her şey aynılaşır; biz yetişkinler için bütün yollar aynı büyük manzaranın içinde toplanır. Yetişkin kimse her şeye ardında bıraktığı yılların tepesinden bakar. Tecrübeyle gelen bakış açısıysa her şeyi aynı seviyeye çeker, bir araya yığar, yavanlaştırır. Her şey aynıya döner.
(sayfa 140)
Büyük endüstri kentlerinde işe giden ya da işten dönen, iş görüşmelerine giden, koli teslimatı ya da bir randevuya yetişmek için acele eden bu insanlar, yeni uygarlığın temsilcileriydi. Bu kalabalık düşmanca davranırdı, kendisini oluşturan her bireye düşmandı. Herkes telaş içindeydi ve diğerinin yoluna çıkıyordu.
(sayfa 153)
Herkes kendini bir diğerine yabancı hisseder ve bu duygunun yoğunluğu, bireyi herkese av yapan bir düşmanlık üretir.
(sayfa 154)
Kalabalıkta herkes iki şekilde sıkışmıştır: Hem hızlı olması gerekir hem de sürekli engellenir.
(sayfa 154)
Kalabalık, yapım aşamasındaki metalaşmış bir geleceğin tecrübe edilmesidir. Bu geleceğin savurup sürüklediği birey, anonim dalgalara sunulan bir ürüne indirgenir. Sunulan birey, akıntıya uyum sağlar. Kalabalık içinde olmak, tüketiliyor olma intibası uyandırır: bedeni kısıtlayan hareketler, bedeni sarsan ani krizler.
-
Yeniden yola çıkmak için her seferinde kök salar insan. Ayak toprağa bata çıka kök salar. Her adım bir ilmek atar. Toprağa bağlanmanın yürümekten daha iyi bir yolu yoktur; toprağın sonsuz tekdüzeliği yürümenin astarıdır.
(sayfa 159)
Zaman öldürmeye, sıkıntıyı alt etmeye, bedeni ve zihni eğlendirmeye yarayan her şey çok ağırdır.
(sayfa 162)
Zaruri olan kullanışlı olanın bir kademe altındadır. Kullanışlı olan eyleme geçme gücünü, faydaları çoğaltır, bir yeterliliği pekiştirir. Başkalarının takdirinde veya insanın kendi gösterişine bağlı olan şeyler kullanışsız ve fuzulidir.
(sayfa 163)
Bildiklerimiz Hakikatin, yapabileceklerimiz de Gücün karşısında birer hiçtir.
(sayfa 170)
Kendine hakim olmak iki yönlü bir ustalıktır: Hem öfke ve kızgınlık patlamalarının, hem de yeisin ve korkaklığın önüne geçebilme, sakin, kıpırtısız, serinkanlı kalma ve hem kendinden hem de hakikatten şüpheye düşmeme becerisidir.
(sayfa 172)
Gandi'deki şiddet reddi pasif bir geri çekilme, yansız bir teslimiyet ya da itaat değildir. Daha önce bahsi geçen onur, disiplin, metanet, alçakgönüllülük, enerji boyutlarını bir demet haline getirip, tek bir tavır olarak gözler önüne sermektir.
(sayfa 172)
Şiddete başvurmama basitçe gücün reddedilmesi değil, fiziksel gücü sadece ruhun gücüyle karşı gelme meselesidir.
(sayfa 172)
Şiddeti reddetmek, şiddeti mahcup eder.
(sayfa 173)
Canınız sıkılırken her an yinelenen bir tatminsizlik, başlangıçlara karşı bir tiksinti duyarsınız: Her şey başlar başlamaz bıkkınlık verir çünkü başlangıcı yapan sizsinizdir.
(sayfa 176)
Dalgalar kıyıya usulca vururken, çıkardıkları sesin düzenliliği sessizliği bölmez, onu şekillendirip duyulabilir kılar.
(sayfa 180)