Yüzyıllık Yalnızlık kitabının adını işitince benim üzerime, hem o ağır yalnızlık hissiyatından hem de kitabın kalabalık karakterlerinden gelen bir ağırlık çöküyor. Kitabı okuyanlar arasında bana katılanlar ve anlamsız bakışlarla şaşıranlar olacaktır çünkü Gabriel Garcia Marquez kitabını sevmemiş olmak çok abes bir durum kimilerince fakat indirin kılıçlarınızı sevmemiş değilim, sizin kadar sevemedim, keyif alarak okuyamadım diyelim ama yine de aklımda kalmış birkaç şeyi söylemeye çalışacağım.


Kitabın en belirgin, çarpıcı teması adında da gördüğümüz gibi ‘’yalnızlık’’, tabii bu günümüz internet çağının yalnızlığa sürüklediği insandan farklı olarak gerçek dünyanın yalnızlaştırdığı karakterler üzerinden anlatılan kasvetli bir yalnızlık. Kalabalık bir ailenin üyeleri hakkında yazılmış satırları okusak da her karakterin itilmiş oldukları yalnızlıklar ile karşılaşıyoruz. Evet itilmiş oldukları çünkü içinde bulundukları beklenti toplumuna uygun kişilikler geliştirememiş olmaları aile içerisinde bile yalnızlaşan hatta çılgına dönen karakterler, bu yalnızlığa itilmişlerdir. ‘’Magical realism (büyülü gerçeklik)’’ tekniği ile yazılmış bir kitap olmasına rağmen ‘’kitabımda gerçekliğe dayanmayan tek cümle bulamazsınız.’’ der Marquez ve işlenen yalnızlık bize hissettirdiği en gerçek duygulardan bir tanesidir. Kendini kanıtlayamama, sözlerine inandıramama, anlaşılamama, geleneği devam ettirmek istememe, olması beklendiği gibi olamama durumları kitaptaki her karakterin birer kurban olduğunu gösteriyor bana kalırsa. Zaten 19.yy Kolombiya’sında yazılmış bir kitap olduğunu hatırlarsak sömürge olmaktan yeni kurtulmuş bir ülkenin içinde bulunduğu durumlar düşünüldüğünde karakterlerin ‘’kurban’’ olmaları çok beklenen bir durum fakat yaşadıkları kurban olma hali Gatsby’lerde gördüğümüz gibi değil tabii ki; Marquez’in kurbanları daha fakir, daha yorgun, daha bıkkın ve daha korkmuş. Karşımızda tıpkı Kolombiya’nın sömürgeden sonra yapmaya çalıştığı gibi yeni bir medeniyet kurmaya çalışan bir halkın kalabalık bir ailesi var bu kitapta. Buendo ailesi yazarın uydurması olan Mocando kasabasında yaşıyor, tıpkı bu uydurma kasaba gibi yaşanan ve betimlenen bazı olaylar çok akla uygun gelmediğinden yaşananlar geçek mi değil mi emin olamıyorsunuz zaman zaman ama magic realismi sağlayan yapı da bu, yazarın ustalığı gerçek olmayan olgu ve durumları size gerçekmiş gibi gösteriyor. Mocando’yu kitabın başında insan eli değmemiş, dışarıya kapalı dokunulmamış bir cennet olarak görüyoruz. Bu sizde iyi hisler uyandırmış olabilir fakat böylelikle değişimden uzak bir yer olarak kaldığını sizlere hatırlatmak isterim, değişmemiş yerler değişmeyen kaderler doğurur, nitekim kitapta Buendo ailesinin tekrara maruz kalan üyelerinde olduğu gibi. Sayfalar ilerledikçe değişen Mocando’yu görüyoruz fakat bu değişimin de Mocando’lulara iyi geldiğini sanmayın. Bu kitapta iyi bir hikaye anlatılmıyor, bazı kitaplarda iyi hikaye göremezsiniz.

100 yıllık bir hikayeyi barındırıyor olması ile kitabın içerisinde modernizm öncesi ve modernist dönem diye iki bölüm olduğunu düşünüyorum. Değişimin olmadığı zamana modernizm öncesi derken ilerleme ile başlayan zamana da modernist dönem diyebiliriz. İlk başta şunu belirtmek isterim ki kötü olan kaçınılmazdır, değişimin olduğu yerde hiçbir şey ilk günkü gibi temiz kalamaz. Kasabanın kurucuları Jose Arcadio ve Ursula çifti Adem ve Havva gibi masumiyetin korunduğu topraklardadır fakat yine Adem ve Havva gibi kaçınılmaz çöküşün kurbanı olurlar, burada modern insanın kendi çöküşünden kurtulamaması benzetmesini de yapabiliriz. Mocando kasabası salgın hastalıklar, uykusuzluk hastalığı, kapitalist şirketlerler, büyük devlet adamları, durmayan yağmurlar gibi birçok unsurla sınanır, bunlar el değmemiş cennet için büyük felaketlerdir ve Marquez burada modern insanın gittiği yönün boş ve karanlık bir sona çıktığını göstermek istemiştir bizlere ayrıca. Kitapta göze çarpan ve çok da sevdiğim bir cinsiyet işleyişi var, erkekler tekrarlara düşmüş pasif karakterler iken kadınlar özgün ve güç sahibi karakterlerdir, tabii bu kadınların ailenin erkekleri tarafından küçümsenmediği ve maçoluğa maruz kalmadığı anlamına gelmiyor fakat akıllı duruşlarıyla kadınlar bir düzen peşindedirler ve başarılıdırlar. Acaba Marquez burada güç ve gelecek, erkeklere rağmen kadınların ellerindedir demek istemiş midir? Bence istemiştir.


Kitabı okuduğunuzda 100 yıllık bir aileyi ve her karakteri teker teker tanıyor oluyorsunuz, kimi zaman dalıp giderken kimi zaman da bu kimdi kardeşim hepsinin adı aynı oluyorsunuz, kimi zaman da okuyamayacağım galiba biraz mola oluyorsunuz ama nihayetinde kitap bitiyor ve bir aileyi tanımış, yaşadıklarını görmüş oluyorsunuz. Kitabı bitirip iki dakika nefes alıyorsunuz ve "Ee Marquez, babacım ne diyorsun yani?" diye soruyorsunuz. Gabriel Garcia Marquez uzun süren olaylarla bir aileyi göz önünde tutsa da aslında onu Nobel Edebiyat Ödülü’ne götüren gerçekte ne anlatmaya çalıştığından geçiyor. Tabii ki bir sistem eleştirisi yazıyor yazar romanında. Devletin olmadığı toplum düzeninden devlet elinin değdiği toplum düzenine geçişin getirmiş olduğu felaket ve absürt durumları, Latin Amerika’nın ses bulmaya çalışması ve içinden çıkamadığı döngüleri, ‘’idealize’’ bir dünyayı değil gerçek bir toplumu, ekonomik refah ve manevi çöküş bağını, hayal kırıklıklarını, sağ ve solun çatışmasını ve bunların yüzeyinde gözüken bir aileyi yani hayatın başladığı ve ilerlediği yeri anlatır. Kitabı çok zor okuduğumdan yanlış bir şey söylememek için ve tabii ki yazıyı uzun tutmamak için spesifik isimleri ve olayları belirtmekten kaçındım ama sizin de kitap hakkında söyleyeceklerinizi görmeyi çok isterim, o halde görüşmek üzere.