Ne de çabuk geçmiş zaman. Koca bir ömür. Dile kolay tam 6935 gün. Acısıyla tatlısıyla geçen. Ama sanki hep bir acı varmış hissini veren.

İsteyerek gelmedim ben bu dünyaya. Yalvarmadım hiç kimseye. Kulak asan olmadı sözlerime. Herkes bildiğini okudu ve dünyaya geldim böylece. Hayat, yaşamak, nefes almak nedir? Niçin, kimin için? Ben İstemedim bunların hiçbirini. Mutluluk da yaşandı zamanında ama hep umutsuzluk gezdi ruhumun derinliklerinde. Madem geldim şu dünya denen yere, sonuna kadar yaşamalıyım sevinci de hüznü de. Ama istemiyorum. Bunların hiçbirini istemiyorum. Yalandan gülümsemek istemiyorum. İnsanların arkamdan konuşmalarını duymak istemiyorum. İstediğim şeyler de var, evet. Kitaplarım, müziğim ve kendimle yalnız kalmak. Sizin benden aldıklarınızın yanında bu isteğim çok masum. Masum ve kanaatkar.

Zamanı geri getirebilir miyiz? Ya dökülen gözyaşlarını, edilen onca lafı? Maalesef ne siz sözlerinizi geri alabilirsiniz ne de ben döktüğüm onca gözyaşını. Ne yapmalıydım? Hayat daha kolay nasıl tüketilebilirdi? Hiç konuşmayarak mı yoksa 3 maymunu oynayarak mı? Ne yazık ki tek bir dünya var gözlerimle görebildiğim, ellerimle tutabildiğim, rüzgarını hissedebildiğim ve gidebileceğim alan tahmin ettiğimden de sınırlı. Başka ne isterdim, inanın bilmiyorum. Zaten istesem de elde edemem. Çünkü bizler hep kendimizden veririz. Koşulsuz, karşılıksız. Verdikçe biraz daha tükeniriz. Kan damarlarımızdan hızla çekilene kadar devam ederiz bunu yapmaya. Mutsuzluk, umutsuzluk. O kadar alışmıştır ki ruhumuz ve et bedenimiz. Mutsuzluk mutluluğumuz olmuştur artık. Umutsuzluksa umudumuz.

Bu yazıyı yazdığımda 19 yaşındaydım. Şimdiyse dünya denen yerde 11315 gündür bulunuyorum. Varım demiyorum. Çünkü hala varoluşsal sancılar çekiyorum. Benliğimi bulmaya çalışıyorum. Kendime 19 yaşında sorduğum soruları 31 yaşımda da soruyorum. Ama bu sefer cevaplarını alamamaktan korkmuyorum. Teslimiyet ve tekamül sürecindeyim. Tamamlanmasını bekliyorum.