Zamanın hiç acımadığı insanlar olarak büyüdük biz. Zaman, kaçarken arkamızdan yıkılan köprü parçalarını yiyerek bize ulaşmaya çalışan sivri dişli bir canavardı. Bize asla nefes alma imkanı tanımadı. Zaman, yetiştirememek suçunun günah keçisiydi. Zaman, tüm güzel şeylerin geçiciliğinin garantörüydü. Tüm bunlara rağmen mümkündür onu sevmek. "Ne varsa gençlikte var! Biz ihtiyarlardan hayır gelmez. " diyen komşum hiç sevmez. Onu sevmek için önce kendini sevmek gerekir sonra ona dönüşmek. Ahmet Hamdi'nin

"Ne içindeyim zamanın 

Ne de büsbütün dışında

Yekpâre geniş bir anın

Parçalanmaz akışında…" dizilerinde zamanın entrikalarından sıyrılmış ve onunla bütünleşmiş bir insan görüyorum. Geçmişin ve geleceğin tozlarını üstünden silkelemiş atmosfer kadar hafif bir insan… Uzay boşluğunda güvenle süzülen bir astronot kadar dingin ve tüm dünya içinden filizlenmiş kadar zengin bir insan:

"Kökü bende bir sarmaşık

Olmuş dünya sezmekteyim

Mavi, masmavi bir ışık 

Ortasında yüzmekteyim"


Evet evet, bitiyor bahar, yaz geliyor. Zamanın hızla akmasının korkutuculuğu geleceğin heyecanına yeniliyor. Bu, yamuk tıraş edilen çocuğun saçının uzadığı vakte kadar ışınlanmayı istemesine, diyete başlamış yüz yirmi kiloluk bedenin üç ay sonrasını düşlemesine benziyor. Kupa kaldıracak bir takım son dakikaya giriyor. Yeni doğmuş gökkuşağının yedi rengi birden görünüyor. Zaman duruyor. Bir araba şarampolden yuvarlanmak üzere… Tüm bunlar olurken uçsuz bucaksız bir çayırın ortasında ağacın gölgesine oturmuş, elinde bağlamasıyla bir ozan, Ömer Hayyam'ın şu rubaisini söylüyor:


Çayda akan su gibi, çölde esen yel gibi

İşte bir günü daha kayboldu ömrümün.

Ben ben oldukça iki günün gamını çekmem.

Biri geçip giden gün biri gelecek gün


2021