Sevgili okuyucum, bu yazımda sizlerle kişisel zaman algımın üzerine biraz felsefe, biraz edebiyat yapacağım.


Çağlar boyu insanlar, gerek ticaret gerek hesapta bulunmaları gereken bazı konularda kendileri için zaman biçmek için yaşamlarına saat, gün gibi kavramları eklemişlerdir. Ben ise bu kavramlardan öte bir yaşam sürmekte kesin karar kılmış ve akışa uyum sağlayarak çilekeş bir yaşam sürmüş bulunmaktayım. Bu tarzda devam eden bir hayatta gün gün yaşlandığımın farkına varıp bunun etkisiyle hayatıma devam etmiyorum. Günler benim için zaman kavramının üstünde gidiyor, gelin biz buna batış diyelim (güneşin batışına orantısal olarak sonlanan gün) ama bu kavramı biraz düzenleyerek.


Gün kavramının benim için sonlanması, günün ortalarına doğru gerçekleşiyor. Kısacası batış sizin için güneşle birlikte gerçekleşiyor ama benim içim güneş tam üstümdeyken gölgelerimden kaçtığım o kısa süre içerisinde bitiyor. Geçmiş olan muteber yıllar, pek de göründüğü gibi geçmiş sayılmaz aslında. Biliyorum siz de elbet "Benim ömrümde şu vaktimi çaldı, bu beni çürüttü." demişsinizdir. Bu tür laflar söylüyorsanız ömrünüzün belli bir döneminde batışı yakalamışsınız demektir. Kıymetli gördüğünüz bir aktivite veya insan topluluğunun sizin ömrünüzden vakit çaldığını ve üstünden belli bir sürenin geçtiğini fark edersiniz. Öyle bir süre ki insana "Ömrümden giden zaman bir altın kasede sunulsa keşke." diye söyletmiştir. Çabalamaya çalışmayın, geri gelmeyeceği aşikar ömrünüzden giden yılların; her yaptığınız iş için hatta yapmadığınız şeyler için bile ömrünüzden veriyorsunuz. Fakat durum öyle ciddidir ki zamanınızın az kaldığını fark ettiğinizde, aynanın karşısına geçip insana hiç ağza alınmayacak küfürler ettirir. Hâlâ hata yapan, "zamanını verimli yönetmek" denilen o pis şeyi isteyerek veya istemeyerek yapmayan biri size bu yazıyı sunuyor. Hem batışını bu yazıyı yazarken erteleyen ve bu yazıyı yazarken batan bir insan.


Şöyle bir geçmişimize bakalım. Farz ediyorum ki 45 yaşında öleceğim ve bu hayatımın akışı yarım gün şeklinde olduğundan 24 yaşımda toprakla buluşacağım. Bu zamana kadar ne sinir hastalığını ne majör depresyonu umursamadan yaşadım çünkü bunamam ve konuşamayacak düzeye gelebilmek için yaşamam gereken sadece 4 sene kalmış. Ne kadar sefil bir hayat. Toprakla buluşacağım ve o gün belki hayattan zevk alamadan rahat rahat günlerim belki daha uzun geçecek. Batış bir son mu başlangıç mı bilmiyorum. Fakat şu bir gerçek ki ne kadar hızlı yaşamaya devam etsem de hız bir anda kesilecek. Hız o kadar yüksek bir şiddetle kesilecek ki hayatımdan, siz yere düşürdüğünüz bir kalemin sesini bile duymadan ben toprağa kavuşmuş olacağım.


Batış çok yakın, güneş benim için çoktan battı, güneşim olmadığı için takip edemeyip yüzümü ayçiçeği gibi yere, yani toprağa dönüyorum. Ne hayat benim için çok değerli artık ne de değer verdiklerim eskisi gibi. Pili bitmiş, durmuş bir saat gördüğünüzde beni hatırlayabilirsiniz çünkü yaşamak için sadece 4 senem kaldı gibi görmeniz için herhangi bir sebepsizlik yok.


Hayatımda olduğu gibi hiçbir zaman çiçekler açmayacak mezarımda. Sadece yolunması gereken, beni sömürüp çoğalan otlar ve dikenler olacak. Elimde tutabileceğim hâlâ bir tercihim var. Son tercihim ve gerçekten istediğim gibi olabilecek bir mezar yeri. Kimseye yük olmadan kendi mezar yerimi önceden ayırtacağım, belki beni sevenler çok olacak, çok kişi gelecek mezarıma ama kimse bu dünyadan benim geçtiğimi... Defnedildiğim, son seyahatimi yapacağım cenaze arabasına belki insanlar korna çalacak. Zamansız gittiğimi düşünecek bazı arkadaşlarım ama gerçek yoldaşlarım o sırada arabayı takip edip yol açmaya çalışan insanlar olacak. Seneler önce intiharı başarabilen arkadaşım, seni çok özledim, belli ki yakında buluşacağız. Sana son kez değil ama ilk kez çok temiz duygularla sarılacağım, kimseyi de yanımıza çağırmayacağız. Beraber güneşi ilk defa göreceğiz. Zaman sizin için yavaş aksın dostlar, yavaşça batınız, kendinize cici bakınız.