Bir silah sesi! Aniden attım kendimi dışarıya. Kan ter içindeyim. Kalbim heyecandan yerinden

fırlayacak; ellerim, ayaklarım titriyor. Ortalıkta neler dönüyor, bilmiyorum. Bir şeye sinirliyim ama kestiremiyorum, kafam da dumanlı, önümü göremiyorum. Gecenin bir vakti etrafı bulutlar kapatmış, ay bile güzelliğini etrafa gösteremiyor. Bardaktan boşalırcasına yağmur yağıyor, her tarafım ıslak bir şekilde bomboş yol üzerinde seke seke ilerliyorum. Sokaklar arasında bilinmeze doğru yürürken ilerideki sokakta bir ambulans sesi duydum. Merak edip sese doğru koşmaya başladım. Ben koştukça yanımda daha fazla insan beliriyor. Evlerin ışıkları gözüme çok çarpıyor, etrafımda çok ses var, yönümü karıştırıyorum! Herkesin gözü benim üzerimde, şaşkın yüzleriyle beni seyrediyorlar. Gecenin bir vakti dışarıyı sel götürüyor ama herkes de dışarıda. Ambulansa çok yaklaştım, gördüğüm kadarıyla iki tane ceset poşeti… Birinin fermuarını yeni çekiyorlar. Evin içine giriyorum, her taraf kan, kulağımda belirsiz çığlıklar duyuyorum. Arkamdaki adam omzumdan beni tutup kenara çekiyor. Köşede insanları izleyip olayı kavramaya çalışıyorum. Ne düşündüğümü bile çözemiyorum, gözlerim sürekli buğulanıyor. Kafamda yankılan bir ses var, bir kadının sesi. İnce ve zarif sesiyle ‘’Yapma!’’ diye acı bir şekilde bağırıyor. Yolda duran polis arabası dikkatimi çekti, sirenleri sürekli yanıyor. Işığı çok parlak, ellerimle gözümü kapatıyorum. Yanıp sönen sirenin ortasında koskocaman beyaz bir ışık bana doğru geliyor... Boş boş gözlerimi dikip baktıktan sonra araba üstüme gelmeye başladı. Ne oluyor orada öyle? Kendimi sağ tarafa attım, attım ama hafifçe gözlerim kapanıyor. Bir acı hissedip elime baktım, iğne gibi sürekli batan bir acı. Halbuki sağ elimden de hızlıca kanlar dökülüyor. Bacaklarım tutmuyor, o beyaz ışık bana çok yakın. Gecenin bir vakti ne oluyor bana?  


1- APEIRO (∞) 

İçimde büyük bir burukluk var. Yıllardır yaşıyorum ama gözlerimin açıldığını yeni hissediyorum. Ellerim serbest, avuç içim kapalı, tamamen benliğimi kaybetmiş şekilde uzayda başıboş süzülüyorum. Nerede olduğumu ya da kim olduğumu bilmeden yıldızlar arasında geziniyorum. Bazen çevremde gezegen görüp selam gönderiyorum. 

Biraz şaşkınlık ve acı hissediyorum, içimde bir boşluk vardı ama neden olduğunu bilmiyorum, yaptığım şeylerin acısını mı çekiyorum? Her şeyini kaybetmiş bir şekilde boşlukta öylece geziniyorum. Neden bu halde olduğumu hatırlamaya çalışsam da yapamıyorum, hiçbir şey bilmiyorum ve hatırlamıyorum. 

İsmimin Apeiro olduğunu biliyorum, gözümü açtığımdan beri aklımda olan tek şey bu! Milyar yıl boyunca hayattayım ama kendi benliğimi şimdi fark ediyorum. Garip şeyler oluyor. Hayal edemiyorum, gülüp sinirlenemiyorum. Hiçbir şeyi kafama takamıyorum, ağlayıp üzülemiyorum bile. Soğuk bir kişiliğim var, sadece işimi yapıyordum ve insanlarla fazla münakaşaya girmezdim. Benim sadece iki dostum var. Biri “Anılar” adlı kitabım biri yıldızlar... 

Beni anlayanlar bu ikisi idi. Her zaman yanımda olan bir kitabım vardı, ona gereğinden fazla değer veriyordum çünkü konuşamasa bile içinde insanların anısı vardı ve bu anılar benim benliğimi bulmama yardım ediyordu. Bazen kendi kendine boş bir sayfada bir şeyler yazar, benimle iletişime geçerdi. Çok nadiren yaşanırdı bu olay. İnsanların ne yaşadıklarını, ne düşündüklerini, yani her şeyi kitaba yazardım. Benim işim buydu. İnsanların davranışları da bazen bana çok yardımcı oluyordu. Böylelikle duyguları anlayıp yorum yapabiliyorum. 

Duygusuzluk belki de bana verilmiş bir ceza idi ya da çıkarmam gereken bir dersti. Yaratıcı, bana bir şeyden ders çıkarmam gerektiği için bu görevi bana vermiş olabilir ya da öylesine verilmiş de olabilir. Aklım çok karışık dostlarım, gerçekten düşünmekten sıkıldım. Hiçbir şeyi takmasam, umursamasam da kendimi çok önemsiyorum. 

İnsanlar gülüyor, eğleniyor, ağlıyor ve sinirleniyordu. Bazen âşık oluyor, bazense duygularına yenik düşüp birbirlerini kırabiliyorlar hatta birbirlerini öldürebiliyorlar da. Bu olaylar bana tamamen saçma geliyordu, bir bebek gibi hareket sergiliyorlar. Elimde olsa onlara müdahale edip “Ne bu davranışlar, kendinize gelin!’’ derim. 

Her zaman yanımda olan başka bir şey ise yıldızlardı, zaman zaman benim sesimi duyarlardı, cevap da verirlerdi. Bazen evrende bağıra bağıra konuşurdum, bazen de oldukça sessiz bir şekilde yıldızların bana anlatmak istedikleri şeyleri dinlerdim. Evet... Evet, yıldızlar da konuşabiliyor ve onların da bir duygusu var... Oldukça narin ve uysaldırlar. 

Size göre parlak, cansız ve sadece ışık saçan bir nesne olarak gözükebilir ama aslında öyle değiller. Onların da bir duygusu var ve insanları dinlemeyi oldukça severler. Bazı yıldızlar bir gezegene ait, bazıları ise tektir, bazıları ise kendi benliğini kaybetmiş bir şekilde oradan oraya savrulur. İnsanlar buna kayan yıldız diyor ama aslında onlar kendini tanıyamamış, üzgün ve özgüvensiz yıldızlardı. Genelde evren bu yıldızlara kötü davranırdı. Zaten kimse şanlı olarak doğmuyor di' mi?  

Olayın başlangıcında beni bir canlı sanmıştınız ama ben herhangi bir canlı değilim. Garipsemeyin beni ama bir Tanrı değilim. Hayvan olmadığımdan oldukça eminim, yeşil yapraklı bir bitki de değilim... İnsan da değilim ama insan ırkına oldukça fazla benziyorum. Ben bile kendi vücudumu tanımlayamıyorum. 

Uzun boylarda birisiyim, insanlara göre tenim oldukça beyazdır, mavi gözlerim ve kıvırcık kısa saçlarım var. Gözlerimin içine baktığınız zaman evrendeki bütün yıldızları ve gezegenleri görebilirsiniz. Göğsümde ise güneşi simgeleyen küçük bir taş parçası var, oldukça parlak olan bu taşın ne işe yaradığını bilmiyordum. Taş bazen parlaklaşır bazen de sönük kalırdı, kafasına göre yanıp sönerdi, genellikle turuncu rengindeydi, dediğim gibi ne işe yaradığını bilmiyordum. Aslında ona “Güneş’’ ismini ben taktım, kimsenin onu güneşe benzettiği yok. Kulaklarım kafama göre oldukça uzun ve dik, ellerim ve ayaklarım vücuduma nazaran çok büyüktür. Bir insanın yüzünü tamamen kaplayacak kadar büyük kemikli ellerim var, ayaklarım ise elimden bir tık daha küçüktür. Yaratıcının neden beni görünmez yaptığını anlayabiliyorum. Faniler beni görünce korkup kalpten giderler çünkü kendimde sevmediğim iki şey vardı: Birincisi daha kendimi tanıyamadığım için sürekli bir şeyler düşünüyordum, aklımdan çok şey geçiyordu. Kendim hakkımda olmadık şeyler düşünüp kendimi farklı bedenlere sokuyordum.  

Ben sadece insanların anısını tutan bir varlık mıydım, yoksa daha önceden de bir hayatım var mı? Yoksa dokunmamam gereken bir şeye dokunup erişilmez bir güce mi sahip olmuştum? 

Anılar adlı kitabım olduğunu söylemiştim size. Bu kitap sadece insanların anılarını falan toplamıyordu, işimi daha kolay yapmam için bana çeşitli güçler ve özellikler veriyordu. 

Yani mesela farklı evrenlere seyahat yapabiliyorum, zamanda yolculuk yapabiliyorum, zamanı durdurabiliyorum ve gelecek ile geçmiş arasında bir köprü kurabiliyordum. İstediğim herhangi birini alıp olduğu zamandan daha ileriye veya daha geriye götürebilirim. Bir anda ilk Çağ'a gidip oradan da teknolojinin çok gelişmiş olduğu zamana gidebilirim.

Kısacası zaman kavramı benim avucumun içindeydi, her şeye sahip olabilirim ama dediğim gibi yaratıcım bu gücü verirken de benden pek çok şeyi almış. Sadece düzgünce işimi yapmamda yardımcı oluyordu.  

Herhangi bir hikâyeye gücümü uygulamak bana yakışmazdı. Hem ben kendi kafamda yapamam hem de kitap bu harekete izin vermezdi. Anladınız işte, müdahale etsem de kitap buna izin vermez. Sevgili dostum beni hemen cezalandırır. Beni işinde gücünde olan bir memur olarak düşünebilirsiniz. Sizin anlayacağınız dilden…


İşime koyulma vakti geldi, çok bile durdum. Beni çok konuşturdunuz. Kitap elimde olduğu sırada aniden ışınlanıp dünyanın hiç bilmediğin bir yerine geldim. 

Kitap beni 1982 yılına getirmişti. Antalya’da sessiz ve sakin görünen ama aslında göründüğü gibi olmayan küçük bir köye gelmiştik. Şimdi kitabımda olan bu sayfada Günsür isimli yaşlı birinin yaşadığı anıların bir kısmını sizlere anlatacağım dostlarım.

 

 

Kendi içinde kavga eden bir katibim ben.